15 Mayıs 2009 Cuma

***Selâm Olsun O Müjdeciye***

Bir Nûr Yaratıldı, Kâinata Rahîm Olanın Rahmetini Muştulayan.
Selâm Olsun O Müjdeciye!




Ve gözlerin düşer gecelerime!
Gözlerin düşer, gecelerde üşüyen yüreğime.
Gözlerin, kâinattaki her bir zerreye düşer tek tek, hakikâti gösteren bir nûr olarak. Rahmân ve Rahîm olanın mâhlukata bir büyük ikrâmıdır siyah gözlerin. Ki onlardır zulmeti nûra çeviren, nazar kıldığı yerde güller bitiren... Ve bir bakışıyla âlemi âşka doyuran!


Hamdolsun bizi bir çift siyah gözde âşka düşürene!
Hamdolsun, seni kendine "sevgili" eyleyene!
Seni en güzel şekilde terbiyene edene hamdolsun.
Hamdolsun sana hikmeti verene, sana kitabı indirene, seni âlemlere uyarıcı olarak gönderene...
Seni bize peygamber; bizi sana ümmet edene hamdolsun!
Ve hamd yalnız O'na olsun!


Ey Nebî; sana, zaman denilen mâhluku sıyırarak aradan, mahcubiyetle, hasretle ve elbette muhabbetle sesleniyorum, haddim olmayarak.
Seni anlayabilme nimetinden beridir, görmeden sana inanıp bağlanmanın hadsiz hesapsız şerefini ve saâdetini tadıyorum, şükür ile...
Benim gibi belki kâinat da senin gelişine hiçbir zaman şâhit olamadı.
Âlemlerin nefes alışı belki senin hilkâtinle başladı.
Senden aldı sanki melekler zârafeti; senden aldı ahlâk, letâfeti...
Ve olacaksa bu arzın hüsranı, seni unutup yitirmekten...
Rabbinin nûrundan bir ziyâ idin sanki. Hiçbir şey bilmezken seni, belki sen Rabbinin "Ol" emrindeydin!
Âdemin tevbesindeydin, İbrahim'in duasında...
Nuh'un gemisindeydin, İsa'nın müjdesinde...



Ey Nebî, sen teşrif edince yeryüzüne, zaman belki yaratılışından beri en güzel, en mutlu ânını yaşadı.
Çünkü Âlemlerin Rabbinin "Habibim" dediği o mukaddes nûrunun gölgesi düşüvermişti arza.
Şerefine bu olayın, yer gök bayram etti. Nice küfür sarayı yıkıldı, nice küfür ateşi söndü zuhûrunun hürmetine, zuhûrunun haşmetiyle...



En çok Rabbin sevmişti seni.
Sen de en çok O'nu...
Sonra melekler sevdi seni, kanat gerdiler sana, başının üzerinde rahmet bulutu oldular kimi zaman...
Ve sonra insanlar!..
Ne güzel dostların vardı senin ey Nebî! Seni canından çok, her şeyden çok seven...
Sen güneşsen onlar ışığını senden alan yıldız oldular karanlık gecelerimize.
Sen son peygamberdin, sen Allah'ın Habibiydin!
Daha ötesi nedir ki?
Ve gelince vakit, bırakıp nûrundan bir parça bize, sen Refîk-i Âla ile vuslâta erdin.
Bize ise hep hüzünler düştü ey Nebî!
Bir boşluktu sanki senden ayrı kalmanın sonu!


Halbuki ne "zaman" açabilirdi seninle aramızı, ne de sonu toprak bir beden yakınlaştırabilirdi seninle bizi; farkedemedik...


Bilemedik! Senin o siyah gözlerinin nûru bir miskinin, bir fakirin gözlerinde saklıymış meğer; göremedik...


Bilemedik! Senin ellerinin sıcaklığını hissedebilmek için bir yetimin başını okşayabilmek yetermiş; düşünemedik...


Ve yine bilemedik ey Nebî; seni sevindirmek, senin gönlünde yer edinebilmek, karanlıklar içerisinde kalan bir kalpte sevginin ateşini yakabilmekmiş; beceremedik...



Yolda kalmışlığımızın, şaşıp durmuşluğumuzun kusuruna bakma ey Nebî!


Hani sen kral gibi değil de kul gibi yaşayan bir peygamber olmayı tercih etmiştin. Sıkıntı, ezâ, hüzün...
sanki senin en yakın yol arkadaşlarındı.
Bir gün tok olursan bir gün aç olurdun.
Ve hani yatışsın diye açlığın, bir değil de iki tane taş bağlamıştın ya mübârek karnına!
Biz de sanki gönlümüze sayısız taşlar bağlamışız ey Nebî, seni unutmamıza sebep olan...
Sanki, sana muhtâç ruhumuzun üzerine demirden ve betondan yaptığımız gökdelenlerle koca bir şehir inşâ etmişiz de seni anmak istersek, seni bulmak istersek o şehrin sokaklarında kaybolup değil seni, kendimizi dâhi unutalım, bulamayalım diye!



Ey Nebî, nefesini ver bize!


Nefes ver sensiz kalmaktan, seni hatırlayamamaktan kurumuş gövdelerimize!


Nefes ver ki dile gelelim ve dem vuralım firâkından...
Nefes ver ki bize yeşersin gövdemiz, gülzar olsun bedenimiz...


Nefes ver bize; bitsin artık bu asırlardır süren ümmetinin kara kışı; nefes verdiğin baharları teneffüs edelim senin kokundur diye, kokusu sensin diye...




Ey Nebî! İçimdeki hüznümü hasretine adadım...


Ne zaman sensizliği tüm hücrelerimle hissedebilsem takatim kalmıyor.


Nefesim kesiliyor da, kanım donuyor.
Ey Nebî, yolda kalmışlığımızı yüzümüze vurma n'olur!


Pürkusur hâlimizle gelip de aklayamazsak kendimizi mizanda, bizi önce sen sitemli gözlerinle utancın nârına atma, n'olur!


Ey Nebî! Seni yaratılmış tüm zerreler miktârınca sâlat ve selâmla anıyoruz; utanarak...


Ey Nebî! Şefaâtini umarak...


Allah'ım! Peygamberimiz Muhammed'e, âline ve ashâbına selâm olsun...



Allah'ım! Sen peygamberimize vesîleyi ve fazîleti ihsân et.


Ve onu vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûd'a eriştir.
--

Hiç yorum yok: