9 Ağustos 2009 Pazar

ÜÇ AYLARIN TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Cenab-ı Allah, mekânlar içinde mukaddes mekânlar; zamanlar içinde de mukaddes zamanlar yaratmıştır. Zamanlar içinde yarattığı mukaddes zamanlardan birisi de; Müslümanlarca üç aylar diye bilinen “Receb, Şaban ve Ramazan” aylarıdır.

Dinî literatürümüzde de “üç aylar”ın müslümanlar için değeri büyüktür.

Hayatın çeşitli sıkıntıları ile nefsin şiddetli baskıları karşısında mücadelede yorgun düşen ruhlarımızı böyle gün ve geceleri de ganimet bilerek Cenab-ı Hakk’ın kulluk kapısına daha iştahlı ve daha heyecanlı olarak yaklaştırmalı ve yeniden tazelenmeliyiz. Esasen bütününün değerlendirilmesi gereken mü’minin hayatı için böyle zamanlar ayrıca yenilenme fırsatı olarak kabul edilmelidir. Mü’min bu gecede öncelikle Allah Teâlâ’nın şu âyetini düşünerek eğilmeli ve hayatı boyunca onu unutmayacak şekilde kendisine rehber edinmelidir. Cenab-ı Allah:

“Ey inananlar! (Allah’ın yasakladığı herşeyden Allah adına uzak durun ve) Allah’tan sakının. Herkes yarın için (kıyamet günü için) neler hazırladığına baksın. Allah’ın emirlerini yerine getirmemek ve yasaklarına uymamak suretiyle Allah’tan çekinin. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan (en ince noktasına kadar) haberdardır.”[1] buyurmaktadır.

Görülüyorki, Cenab-ı Hak, insana yaptığı işlerine ve ibadetine göre değer vermekte ve bu işleri ne maksatla yaptığına bakmaktadır. Sevgili Peygamberimize hitaben:

“(Habibim) de ki: Eğer duanız ve ibadetiniz olmasa, Rabbiniz size ne diye değer versin...”[2]

Milletimizin büyük çoğunluğu dînî gün ve gecelerimizi sevinçle karşılarlar, tebrikleşirler, camilere dolarlar.

Asırlardan beri bütün müslümanlar, pek feyizli, bereketli ve birbirinden sevap ve fazilet bakımından pek güzel ve bir nevi hasat mevsimi olan bu üç aylara erişmenin manevî hazzını duymuşlar ve hatta birçok kardeşlerimiz bu mübarek ayları oruçlu geçirmişlerdir.

Enes b. Mâlik (R.A.)’den bir rivayete göre Peygamberimiz (S.A.V.) Receb ayı girdiğinde şöyle dua ederdi:

“Ey Allahım! Receb ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”[3]

Mübarek geceler, dînî eserlerde geçen “el-leyâlî el-mübâreke” tabirinin tercümesi olup, kutlu geceler, dinî yönden özel önemi olan geceler demektir. Bu tabir, tekil şekliyle “leyle-i mübâreke” şeklinde Kur’an-ı Kerim’de geçer.[4]

Mübarek geceler denince, ülkemizde “Kandiller” veya “Kandil Geceleri” tabir edilen (takvimdeki sırasına göre) Regaib, Mirâc, Berat ve Kadir geceleri kastedilir. Bunlar “leyl” (gece) kelimesi ile isim tamlaması yapılarak Leyle-i Mirac (arapça:leyletü’l-mi’râc), Leyle-i Kadir (arapça:leyletü’l-kadr)... şeklinde anılırlar. Bunların yanısıra, her haftanın Cuma ve Pazartesi günlerine bağlayan geceler ile Mevlid gecesi, ramazan bayramı gecesi, kurban bayramı geceleri, muharrem ayının ilk gecesi ve âşûrâ gecesi gibi geceler de bu kapsamda kabul edilir. Bunların bir kısmının özel öneme haiz olduğuna dair ayet ve hadisler bulunmakla birlikte, bazılarına bu niteliğin verilmesi dolaylı bir yorumla olmuş, bazıları hakkında ise birçok uydurma hadis nakledilerek konu aslî mecrasının dışına taşırılmıştır.[5]

Üç aylar, kamerî aylardan Receb, Şaban ve Ramazan aylarıdır.. Bu kutsal aylar, aynı zamanda “mübarek gece” lerle doludur. Receb ayında; Regaib ve Mi’rac gecesi var. Şaban ayında Berat gecesi; Ramazan ayında bin aydan daha hayırlı olarak tarif edilen Kadir gecesi.

Şimdi bu mübarek geceleri sırasıyla tanımaya çalışalım:

1. Regâib Gecesi: “Regâib” rağbet olunan, bol ihsan ve değerli hediyeler demektir. Receb’in ilk Cuma gecesinde bu kabil ihsan ve ikramlar beklenildiği için o geceye “Regâib Gecesi” denmiştir. Bazı eserlerde Rasülullah’ın o gece annesinin rahmine düştüğü kaydedilirse de bu rivayet güvenilir naklî delillerle sabit olmadığı gibi, Receb’in başı ile Rebîu’levvelin onikisi arasındaki süre tabiî doğum süresinden az olduğu cihetle mantıki açıdan da eleştirilmiştir. Bu durumu izah için bazıları “bu gece annesinin ona hamileliğini anladığı gündür” demişlerse de bunu doğrulayan bir rivayet yoktur. Dolayısıyla, Regâib gecesi, Receb ayının ilk Cuma gecesi olması sebebiyle, ibadet, taat ve hayırlı işlerle tes’idi için daha bir özen gösterilmesi tavsiye edilen bir gecedir. Konuya ilişkin araştırmalarda kutlanmasına hicrî 480 yılında başlandığı belirtilen bu geceye mahsus bir namaz yoktur; bu konuda nakledilen rivayetlerin asılsız olduğu belirlenmiştir.[6]

2. Miraç Gecesi: Mirâc, çıkılan yer ya da çıkma aleti ve merdiven demektir. Hz. Muhammed (S.A.V.)’in hicretten bir süre önce, Allah’ın emri ile Mescid-i Haram’dan alınıp, Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü, oradan semaları katederek Rabbine yükseltildiği tarihen sabit, bir kısmı Kur’anda, bir kısmı da sünnette anlatılan gerçek bir olaydır ve buna “mirâç” denir. İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu Mirac’ın Recep ayının 27. Gecesi nde gerçekleşmiş olduğu kanaatindedir. Beşeriyetin kurtarıcısının fevkalâde taltiflere ve manevî hediyeler mazhar olduğu böyle bir zaman dilimine müslümanların çok değer vermeleri tabiidir ve eskiden beri bu gece “Mirac Gecesi” adıyla kutlanagelmiştir.

Bu gece münasebetiyle, Mirac olayının öncesinde ve sonrasında Hz. Peygamber’in ve ashabının tevhid mücadelesi uğrunda katlandıkları eziyet ve sıkıntılar hatırlanmalı, Rasûlullah’ın örnek hayatı gözden geçirilmelidir, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya özel bir önem verilmeli, namaz, Kur’an tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla gecenin feyzinden yararlanılmaya çalışılmalıdır. Bu geceye ait ibadetler hakkında nakledilen hadislerin asılsız olduğu tesbit edilmiştir. O yüzden bu gece için maayyen rekatları olan namaz kılınması dinî dayanaktan yoksun bir iş olur.[7]

3. Berat Gecesi: Berât, berâet (“el-berâ’e”) kelimesinin türkçedeki kullanışı olup; berî olma, aklanma, temiz ve suçsuz çıkmak demektir. Kamerî aylardan olan Şaban’ın onbeşinci gecesini değerlendirenler de tevbe ve istiğfarlarla günahlardan temizlenip, arındıkları için o geceye Berât Gecesi anlamında “Leyle-i Berât” denmiştir. Sahih bir hadise dayandırılmamakla beraber bu gecenin mübarek bir gece olduğu ve bir ibadet şekli belirlenmeden değerlendirilmesinde büyük faziletlerin bulunduğu alimler tarafından genellikle kabul edilegelmiştir. Çünkü Duhan suresinde sözü edilen[8] “Mübarek bir gece” den maksat her ne kadar ekseriyetle (ve sahih görüşe) göre Kadir Gecesi ise de, bunun Şaban’ın onbeşinci gecesi olduğu görüşünde olanlar vardır ve bu görüş de seleften nakledilmektedir.

Şu kadar var ki, Beraet gecesine ait ibadet ve namazlardan söz eden hadislerin hepsinin uydurma olduğu hususunda hadis bilginleri görüş birliği içindedir. Bu sebeple, bu gece için on iki, on dört, yüz rekât gibi muayyen rekâtları olan namaz kılınması dinî dayanaktan yoksun bir iş olur. Fakat gecenin manevî değerine binaen, namaz, Kur’an tilâveti, zikir, tesbih ve istiğfarlarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.[9]

4. Kadir Gecesi: Kur’an-ı Kerim’de ismen geçmekte ve hakkında müstakil bir sûre (Kadir sûresi) bulunmaktadır. Duhân sûresinin üçüncü ayetinde sözü edilen “Mübarek bir Gece” den maksat da tefsircilerin çoğunluğuna göre Kadir Gecesi olduğundan bu gece hakkında “Mübarek Gece” nitelemesinin bizzat Yüce Allah tarafından yapılmış olduğu söylenebilir. “Mübarek” kutlu bereketli ve hayrı bol, kutsî değeri olan demektir. Kadir sûresinde bu geceden tazimle söz edilir ve “bin aydan hayırlı, meleklerin ve Ruhu’l-Kudüs’ün indiği, tâ fecre dek esenlik dolu bir gece” olduğu anlatılır; özellikle Kur’an’ın o gecede indirildiği vurgulanır. “Kadir” kelimesi sözlükte, güç yetirmek manasının yanısıra; hüküm, takdir, şeref, ululuk ve tazyik gibi anlamlara da gelir. “Kadir Gecesi” nde bu manaların her biri mevcuttur.

Kadir sûresinde[10] Kur’an’ın bu gecede indirildiği, Bakara sûresinde de[11] ramazan ayında indirildiği belirtilir. Buna göre, Kadir gecesinin ramazan ayı içerinde olduğu açıktır. Hadis-i şeriflerdeki bilgilerden hareketle Kadir gecesinin ramazanın hangi gecesine denk geldiği kesinkes söylenememekle beraber, bunun yirmi yedinci gece olduğunda ittifaka yakın bir kanaat mevcuttur. Zamanının kesin olarak bildirilmemesi insanların ona güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini ihmal etmemelerinin hedeflenmesi gibi bazı hikmetlerle açıklanmıştır.

Bir hadis-i şerifte: “Kim inanarak ve sadece Allah rızası için Kadir gecesinde kalkarsa (o geceyi ihya eder, değerlendirirse) geçmiş günahları bağışlanır.”[12] buyurulur. Bu gecede kalkıldığında, gecenin nasıl ihya edileceği ayetlerde ve hadislerde açıklanmadığına göre bu, mü’minin kendisine bırakılmıştır. Namaz, dua ve istiğfar, tefekkür ve zikir, Kur’an okumak, muhtaçlara yardım etmek, yakınlarının ve din kardeşlerinin gönüllerini almak gibi ameller en güzel değerlendirme yollarıdır. Resulullah bunların herbirini yaptığına göre bu geceyi değerlendirmek isteyenler de aynı yolu izlemelidirler. Kaynaklarda Hz. Peygamber’in, bu geceye denk gelebilmek için ibadet ve taate ayrılan bir program içinde ramazanın son on gününü itikâfla geçirdiği kaydedilir. Bu gecenin feyzinden yoksun kalmak istemeyen mü’min, hiç değilse yatsı (teravih) ve sabah namazlarını cemaatle kılmaya gayret etmeli, din kardeşleri ile birlikte yapılan dualara katılmalıdır. Kadir gecesinden söz eden hadiste: “Ondan mahrum olan çok büyük şeyden mahrum olmuştur”[13] buyurulur.

Üç aylarda, üç hususun vurgulandığını görmekteyiz ki, bunlar; Gece, Peygamber ve Kur’an’dır.[14]

GECE: Allah’ın varlığını ve tekliğini gösteren ayet (delil)lerden biri sayılan gece (leyl) O’nun kasemine de konu olmuş bir zaman parçasıdır.[15]

Bu mübarek geceler Yüce kitabımız Kur’an’da “Leyle-i Mübarek, Leyle-i İsra ve Leyle-i Kadir” gibi tamlamalarla kullanılmıştır. Bu ifadelerle altı çizilmek istenen “gece kavramı” dır.

Mukaddes ve eşsiz kitabımız Kur’an-ı Kerim gece nâzil olmaya başlamış ve indiği gece gecelerin sultanı, indiği ay ayların sultanı, indiği Peygamber Resullerin Sultanı ve indiği ümmet de ümmetlerin sultanı olmuştur.

Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan semalara yapılan:

“O kadar (yaklaştı) ki iki yay arası kadar, hatta daha yakın oldu.”[16] Ayetinde ifadesini bulan nokta da Allah katına konuk olan Efendimiz’in bu esrarengiz yolculuğuna “İsra ve Mirac” ismi verilmiştir ki, gece vuku bulmuştur.

İslam’ın devlete yolculuğu diye ifade edebileceğimiz Hicret, gece başlamıştır.

Böylesine büyük olaylara sahne olan gece, fertlerin şahsiyet eğitiminde ve iç zenginliği elde etmelelerinde önemli bir zaman unsurudur. Bu itibarla olmalı ki, Rasulullah (S.A.V.)’e risaletin ilk yıllarında şöyle çağrıda bulunmuştur.

“Ey örtüsüne bürünen (sarılan) Peygamber! Kalk ve azı hariç, uzun uzun ibadet et.”[17]

Rivayete göre şanlı Peygamberimiz seçkin arkadaşları beş vakit namazın farziyyetinden önce (ki on yıllık süre içinde) zorunlu olarak gece (teheccüd) namazına devam etmişlerdir. Bu, İslam’ın tüm yükünü omuzlarında taşıyacak olan çekirdek kadronun şahsiyet eğitiminin ifadesidir.

“Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile (teheccüd) namaz kıl.”[18]

“O’na secde et ve uzun uzun gecelerde O’nu tesbih et.” [19] ayetleri ile Allah Rasülüne talimat verilmiş ve:

“Geceleri pek az uyurlardı. Onlar seherlerde istiğfarda bulunurlardı.” [20] buyruğu ile de olgun müslümanların özelliklerinden bahsedilmiştir.

Gecenin bereketli anlarından yararlanmayı gaye edinen Efendimiz mecbur kalmadıkça yatsıdan hemen sonra yatmaya özen göstermiş ve buna ters davranışı da hoş görmemiştir. Bununla İslam’ın zamanı kullanmada sabahçı, çağdaş zaman anlayışının ise akşamcı olduğu söylenebilir.[21]

Özetle mü’min gecenin âbidi, gündüzün yiğidi olmaya talip olmalı, gecesini diriltemeyenin de ölü sayılacağı bilinmelidir.[22]

PEYGAMBER: Üç aylarda vurgulanmak istenen ikinci husus Peygamber, üçüncüsü de Kur’an’dır. Bu durumda Hz. Muhammed (S.A.V.) hem gecenin hem de Kur’an’ın konusudur. Yani ikisinde de kahraman Efendimiz (S.A.V.)’dir. Hem de ikisini kullanmakla, yaşamakla ve hazmetmekle yükümlü kahraman... Gece ve Kur’an ile barışık ve tanışık olmayan Peygamber düşünmek mümkün olmadığı gibi, tersi de mümkün değildir. Bu nedenle gece ona örtü, Kur’an ona hilye olmuştur. Şairin biri de bu gerçeği ifade ederken:

“Allah lisanıyla söylenmiş hilyedir sana Kur’an” demiştir. Yani lafzî Kur’an okuduğumuz, canlı Kur’an gördüğümüz Peygamberdir.

KUR’AN: Kur’an, Peygamber (S.A.V.)’e gece inmeye başlamış, Peygamberimiz de onu gece yaşayarak âbid, gündüz de yiğit olmuştur. Üçü de âşıkı ve mâşuku durumundadırlar.

Özetle olgun mü’minlerin yolu Kur’an, Hz. Peygamber ve gece üçlüsüyle tanışmak, sevişmek ve kucaklaşmak olmalıdır. Ki bu ermenin ve olmanın da yoludur. İşte “üç aylar” ile verilmek istenen asıl mesaj budur.[23]

ÜÇ AYLAR BİZİ DÜŞÜNMEYE SEVKETMELİ

Mübarek üç aylar içinde kutlanan gecelerimizde, bugün için de güzel manzaralarımız camilerimizde görülür. Minareler ışıklandırılır. Mü’minler de arka bölmelere varıncaya kadar camilerin her yerinde diz çöker, namazdan önce yapılan gecenin önemini içeren konuşmayı dinlerler. Herkes huşû içinde ruhunu yücelere yükseltmiş, bir nevi yaratılış sırrındaki espriyi yakalamaya çalışmaktadır.

Her mü’min, içinden yükselen şu sesi cevaplamakla meşguldür:

Ben neyim? Niçin bu âleme gönderildim? Yaratılışımdaki esrar nedir? Belli bir süre yaşayan insan, kendisine verilen süreyi doldurunca niçin bu âlemi terketmektedir? Günah nedir? Sevap nedir? Yapılınca içinini tırmalandığını hissettiğin hallerde günah mı işlemiş oluyorsun? Bunun aksine; huzurlu olunca yaptıklarından dolayı sevap mı kazanıyorsun? Güzel kitabımız Kur’an bizlere neler emrediyor? Okunduğu zaman bile insanın gönlüne inşirah veren bu ses nedir? Seslerdeki mananın kaynağı neresidir? Şu kadar yıldır insanlar bu sese niçin doymuyorlar? Gönüller susadığı zaman niçin Kur’an’a yöneliyor? Bu Kur’an niçin hiçbir zaman eskimiyor, berraklığı kaybolmuyor?

Daha birçok sorular... sorular...

Mü’minler daha nicelerini düşünürken mübarek gecenin bereketiyle yatsı namazların kılarlar. Namazı takiben tebrikleşirler, dağılırlar, evlerine çekilirler. Kur’an okunur, kaza namazları kılınır. Bu hal, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

Mübarek gecelerimizin hemen hepsinde bu manzaraları yaşarız. Mü’minler şarza bağlanmış bir akü misali bu gecelerde enerji ile yüklenirler. Bu enerji manevi bir güçtür, onun küçük bir zerresi, idraki olanı sonsuza uçurur. Rabbine kavuşturur. İyiliklere, güzelliklere koşturrur. Onun için müslümanlar, bu mübarek gecelere kavuşmayı çok arzu ederler, sevinirler, dolup taşarlar.[24]

ÜÇ AYLAR BİR MAHASEBE AYIDIR

Üç aylar, kendimizi denetleme, değerlendirme bakımından çok önemlidir. Bir kere daha geçmişimizin muhasebesini yapıp, geleceğe hazırlıklı olmanın tedbirlerini almalı ve sormalıyız:

“Ey Allah’ı seviyorum diyen insan! Borçlu olduğun kulluk vazifeni yapabiliyor musun?

Peygamberi seviyorum diyen müslüman! Onun sünnetini, ahlâkını yaşıyor musun?

Kitabım Kur’an’dır dediğin halde emirlerine sarılıp yasaklarından kaçınıyor musun?

Allah’ın nimetlerini yediğin halde şükrünü yerine getiriyor musun?

Şeytanın düşman olduğunu Kur’an söylüyor, sen de biliyorsun. İman gücün ile karşı koyabiliyor musun?

Cennet haktır dediğin, inandığın ve onu arzuladığın halde ona lâyık neyin var?

Cehennem de haktır diyorsun –haklı olarak- korkuyorsun. Ama cehenneme sokacak kötülüklerden uzak durabiliyor musun?

Ölümün hak olduğunda da şüphe yok. Şu an ölüme hazır mısın?

Kendi suçlarını düzeltip tevbe etmek varken, onun bunun ayıbıyla neden uğraşıyorsun?

Geçen yılın bu mübarek günlerinde beraber olduğun halde, şu anda göremediğin eşin, dostun, akraba ve arkadaşlarını düşünüp kendine çeki-düzen verebiliyor musun?

Hep kendin için çalıştın, durdun. Bugüne kadar İslâm’ın yaşanmasına katkıda bulunacak bir hizmetin var mı? Kaç kişiyi müslüman yaptın? Kaç yetimin başını okşadın, karnını doyurdun, üstünü giydirdin? Senden sonra insanlığa hizmet edecek, malından, ilminden, neslinden ve örnek ahlâkından bir evlât kazanabildin mi?

Evet, bütün bunları kendimize sorup bir durum değerlendirmesi yapmak, bu mübarek günlerin, gecelerin ve ayların şuuruna varmak demektir. Her an günah lekeleriyle kirlenen dudakları duaya, gönülleri dergâha yöneltmek için verilmiş olan büyük bir fırsattır. İnsanların hayat defterine hayırların kaydedilmesine, hataların affedilmesine, sevapların verilmesine vesile teşkil eden bir nimettir.

ÜÇ AYLARIN TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ

Üç ayların, mübarek gün ve gecelerin, halka mal olup zihinlerde yer edebilmeleri için şimdiye kadar alışılagelmiş anlamını ve değerlendirme usûlünü muhafaza etmekle birlikte yeni bazı unsurlar da katma gereğine inanmaktayız. Bu cümleden olmak üzere, fert olarak yapabileceğimiz pratik birkaç noktayı, şahsî mülâhaza olarak arzetmek istiyoruz.[25]

Aile İçinde Mübarek Günler:

Aile eğitiminde direkt olarak anlatma ile birlikte “pasif eğitim” denebilecek dolaylı anlatmanın da önemi inkâr edilemez. Dolayısıyla, mübarek günlerin manasını ve o günlerde cereyan eden olayları, muteber kaynaklardan aile fertlerine anlatıp ibadet temposunu diğer günlere nazaran artırmanın yanısıra şu işler de yapılabilir.

Maddî imkânlar elveriyorsa fazladan, elvermiyorsa, almak mecburiyetinde olduğumuz bir şeyi, “o günün hatırasına bir hediye” olarak aile fertlerimize takdim edebiliriz. Böylece, özellikle çocukların zihninde, o gün daha etkili bir şekilde yer edecektir. “Babam bana bu ayakkabıyı, Berat Gecesi hediyesi olarak aldı” diyerek, o günün dğer arkadaşlarının zihninde de bir yer işgal etmesine sebebiyet verecektir. Hanımımıza böyle bir hediye takdim etmemiz, hem sevgi bağlarını perçinleyecek hem de komşu ve akrabalar da uzun süre o günün hatırasını canlı tutarak konuşulmasına neden olacaktır. İslâmî hayatla tanışmasını istediğimiz bir insana, o günün hatırasına vereceğimiz hediye iise daha ulvî duyguların coşmasına ve belki de iman kurtarmaya sebep olabileceği gibi, ulaşmakta zorluk çektiğimiz kişilerle irtibat kurmaya da vesile olacaktır. Ayrıca, birbirine kırılmış akraba ve dostların, daha geniş manada Müslümanların barışmasını, o günleri de vesile kılarak sağlarsak, bir taşla iki kuş vurmuş ve o günü zihinlere nakşetmiş oluruz.

Daha önce düşündüğümüz akraba ve komşu davetini o günü denk getirerek, hem yapacağımız şeyi yapmış olur hem de o günün hatırasına yaptığımızı hissettirip zihinlerde kalmasına çalışırız. Çocuklarımız o gün vesilesiyle arkadaşlarını yemeğe davet edebilirler. Bir de imkânımız ölçüsünde onlara yine o gün adına birer hediye takdim edersek gönüllerine girmek için geniş bir kapı açarız kanaatindeyiz. Bunun arkasından gelebilecek bir İslâmî tebliğe de hazır hale gelirler. İşin en önemli tarafı, bütün bu hediyeleşme, davet ve geziler yapılırken, mübarek bir gün adına yapıldığından ötürü, dinin yasakladığı hal, hareket ve sözlerden de mecburî olarak kaçınılmış olacaktır.

Çocuklarımıza ileride gelecek mübarek bir günde açıp içindeki paralarla yine o günün münasebetiyle harcamalarını sağlayacak bir kumbara edindirebiliriz. Çocuk, hem de o günü sık sık zihninde evirip çevirir, hem de alışılmış olur. Arkadaşlarına o gün hediyeler alabileceğini ve bazı ihtiyaçlarını karşılayabileceğini de hatırlatmış olur. Bütün bunlarla çocuk, bizim günlerimize önem vermiş, istenmeyen gün ve gecelerle ilgilenmesine sebep veren boşluklarını doldurmuş ve Batı kültürü karşısında duyduğu ezikliği de bertaraf etmiş olur. Çocuğun rûhî terbiyesi açısından önemli bir faktör olan aşağılık kompleksinden onu kurtarmak bilmem ki, başka hangi yolla mümkün olur. Aile çevremizle yapabileceğimiz benzeri başka hususları da eklemek mümkündür.

Çarşı ve Pazarda Mübarek Günler:

Mübarek günlerde yapılması alışılagelen hususların yanısıra o günlere ait genel bir havayı estirip devamını sağlamak için çarşı ve pazarda da değişik bazı girişimlerde bulunulabilir, kanaatini taşıyoruz. Bir iki noktayı, benzer ve daha güzellerine misal teşkil etmesi gayesiyle zikretmek istiyoruz:

Büyük firmaların planladıkları kampanyaları, yakın bir mübarek günün adıyla yapmaları ve kampanya gereği zaten bastırıp dağıtma durumunda oldukları broşür ve afişlerde o günü zikretmeleri düşünülebilir. Böylece geniş kitlelere o günü ismen de olsa ulaştırma imkânı olur, hem de o günün bereketinden –niyete göre- manevî olarak yararlanmış oluruz.

Büyük firma olmayan müstakil ferdî mağazaların da o günü vesile edinerek indirimli satışlar yapmaları ve bunu afişler asarak, broşürler dağıtarak hatta radyo ve televizyonda reklam yaptırarak halka duyurmaları yine bir taşla iki kuş vurmaya sebebiyet verebilir. Yılda üç-beş defa tekrarlanacak olan bu iş, geniş halk kitlelerinin zihninde o günü silinmez harflerle yazdırabilir. Belki de zaman içinde halk, o günlere alışverişlerini bile erteleyebilir. Bunun gerçekleşmesi durumunda bize ait günler diğerlerinin karşısında hakettikleri yere oturmuş olurlar.

İş sahiplerinin gazetelere verdikleri reklam tebriklerinin yanısıra, prosedürüne uygun bir şekilde bez tebrik afişleri asmaları da düşünülecek hususlardan biri olabilir. Her caddede birkaç afişin birer hafta bile olsa, askıda kaldığını hesaba katınca faydasını tartışmaya mahal kalmaz kanaatindeyiz. Yine o günlere mahsus olmak üzere, alışveriş yapsın yapmasın, gelen her müşterinin kandilini tebrik edip bir çikolata ikram etmek, “medenî bir insan” yüklediği bir görev sayılabileceği gibi, hem bir centilmenlik hem de o günü hatırlatmanın en güzel yollarından biri olarak düşünülebilir. (...)

Tebrik kartı ve mübarek gecelerde tebrikleşme

Mübarek gün ve geceler münasebetiyle tebrik kartı postalamak ve telefon etmek öteden beri yapılan tatbikatlardan biridir. Ancak bu işin daha yoğun ve fertlerin bütünü tarafından gerçekleştirilmesi fayda ve tesirini genelleştirir.

Kendisine bir mesaj ulaştırmak istediğimiz kişilere, seçeceğimiz kartlar ve arkasına yazacağımız bir iki cümle ile bir şeyler anlatmış oluruz.

Gelişen teknolojiyi de takip ettiğimizde, bilgisayarımızın başında otururken, sevdiklerimize, elektronik posta ile mesaj göndermek saniyelik bir işten ibarettir.

Çocuklar ve gençler de akraba ve arkadaşlarına bu günleri kart ve telefonlarla hatırlatmşı olacakları gibi zihinlerine de nakşetmiş olurlar. Bu kartlarla birlikte özellikle İslam’dan fazla haberdar olmayan kişilere, yarım sayfalık bir İslami bilgi de gönderirsek tebliğ görevimizin bir noktasını yerine getirmiş olabiliriz. Bu kart ve telefonların bizimle aynı çizgide bulunan insanlardan ziyade, İslami tebliğe muhtaç kişilere yönlendirilmesi, ayrı bir önem taşımaktadır. Bu günlere has bir kart kültürü geliştirmek de mümkündür.

Ferdi hayatımızda mübarek günler:

Mübarek gün ve geceler, manevî birer ticaret hükmündedir. O günlerde tükenmez hazinelerin sahibi olan Allah, bire bin, yedi yüz bin... vermektedir. Zirve seviyede manevî bir kârla ahirete gitmek azminde olan bizler, bu günleri yine zirve seviyede değerlendirme yoluna gitmeliyiz.[26]

ÜÇ AYLARI DEĞERLENDİRME YOLLARI

1. İyi Bir Muhasebe, Tevbe ve İstiğfar:

Cenab-ı Hakk’ın

“Hiç düşünmez misininiz?”[27]

“Umulur ki tefekkür edersiniz”[28] ayetleri ve

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz”[29] hadisi şerifi...

Muhasebe, akıl nimetinin sahibi insanoğlu tarafından hayatın bütün safhasında yapılması zorunlu bir olgudur. Böylece akıl şeytanca işlerde değil, faydalı ve gerekli yerlerde kullanılmış olacaktır. İyi bir muhasebe (oto kontrol veya nefs muhasebesi) fert ve toplum, hatta ülke ve dünya çapında nice sağlıklı adımların atılmasına yardımcı olacaktır. Eksiklikleri tesbite ve bilinmeyeenleri keşfe götüren bu yol, başkasında eksik ve ayıp aramaya fırsat da bırakmaz. Bu nedenle, bir saatlik tefekkür nice yılların nafile ibadetine denk kabul edilmiştir.

Muhasebe, insana kendini seyretme imkânını sağlayan şeffaf ayna mesabesindedir. Bu iş, din, akıl ve vicdan gibi üç temel ölçünün kabul ettiği prensipler çerçevesinde yapılmalıdır.

Hülâsa, beşer hastanesinde “muhasebe aracı” ile hastalıkların teşhis ve tesbiti yapılacak, tevbe, istiğfar ve ümit ilaçlarıyla tedavi sağlayacak ve beşer bünyesi hayatî sağlığına kavuşacaktır.[30]

1. Kur’an Üzerinde Çalışma:

Bu çalışma; Kur’an okumayı öğrenme ve öğretme, anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma, düşünme ve düşündürme tarzında çok yönlüdür. Kur’an üzerinde yapacağımız bu ve benzeri çalışmalara bugün her yönden daha çok ihtiyacımız vardır.

Kur’an bu aylarda nazil olmaya başladığına göre, ibadet bilinci içinde Kur’an üzerinde metotlu çalışmalara öncelik vermeliyiz. Kur’an: “Sağlam kulp”[31] ve “Allah’ın ipi” dir.[32]

Bu itibarla onun içine girmeden başka bir deyimle Kur’an dünyasına girmeden İslam dünyasına girmeden, İslam dünyasına girmemiz ve Allah rızası ve sevgisine ermemiz mümkün değildir.

Günümüz müslümanlarının Kur’an noktasında yapmaları gereken husus, onun anlamı ve muhtevasına yönelik çalışmalardır. Bunun da ilk yolu Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmektedir. Nitekim bazı ayetlerde:

“Kur’an üzerinde düşünmezler mi?”[33]

“Sana indirdiğimiz mübarek kitap ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”[34]

Kur’an her ne kadar sevap amacıyla okunabilse de, onu anlamaya çalışarak okumanın daha çok sevap ve asıl gayeye daha çok uygun olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Hatta yaşama ve yaşatma maksadının bunlardan da önemli olduğu söylenebilir. Bu gerçek, bir ayette şöyle ifade idilir:

“Tevratla yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibdir.”[35]

Ayette; Tevrat’ı yüklenip taşıyan fakat onunla amel etmeyen yahudiler, kitap taşıyan eşeğe benzetilmiştir. Bu teşbihten anlaşıldığı gibi kitap, insanlara amel edilmesi için gönderilmiştir. Aksi halde yük olmaktan öte bir fayda sağlamayacaktır.

Allahü Teala bu ayetle biz Kur’an müntesipleri ikaz etmek istemiştir. Tevrat’ın başına gelen o açı durum son ilâhi mesaj olan Kur’an’ın başına da gelmesin diye. Buna rağmen bizler, günümüzde hatimcilik, mukabelecilik, kırk yasin ve ölü okumaları gibi geleneklerle iktifa etmekteyiz.

Sevgili Peygamberimizin fiili sünneti olan bunlardan her biri maalesef günümüzde moda olmanın ötesinde ciddî bir fayda sağlanamamaktadır. Bu haliyle bunlar Kur’an’ın evrensel mesajına ters düşmektedirler. Dolayısıyla bu kadarıyla yetinmek ve faydalı hale getirmek için gayret göstermemek, üstelik insanları bunlara teşvik edip çıkar sağlamak büyük bir vebaldır.

Yüce Kur’an’ı amaç ve evrensel mesajının dışında kullanarak ellerde dolaştırmanın sancısını duyan Mehmed Akif, onun mezarlıkta okunmak ve fal bakmak için indirilmediğini vurgulayarak ızdırabını dile getirmiş ve asıl gayesini şu ifadelerle haykırmıştır:

“Doğrudan doğruyu Kur’an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”

Bu üç aylarda Kur’an’ın tercümesini okumayı da düşünmeliyiz. En azından bir defa Kur’an’ı anlamaya çalışmalıyız. Üç aylar, Kur’an’la tanışacağımız bir dönem olmalıdır.

KUR’AN AYI OLAN RAMAZAN’DA KUR’AN OKUYOR MUYUZ?

Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Ramazan’da hemen her ibadet hem de en çok yapılır.

Beş vakit namaza ilâveten her akşam 20 rekat teravih namazı, hem de cemaatle kılınır.

Mü’minler zekatlarını büyük bir çoğunlukla bu ayda verirler.

Bu ayda umreye giden müslümanlar, nerede ise hacca giden müslümanların sayısına yaklaşır.

Oruç ise zaten bu ayın ibadetidir.x

Demek oluyor ki İslam’ın beş şartı olan ibadetlerin tamamı en çok bu ayda yapılmaktadır.

Onun için Ramazan’a ibadetler ayı demek, doğru bir isimlendirme olur.

Bütün bunlar doğru. Ancak bir başka doğru var ki Kur’an ayı olan Ramazan’da Kur’an en çok okunur. Herkes tek tek hatim indirmeye çalışır.

Ne demek Kur’an okumak? Kur’an okumak onu anlamak; mesajlarını, ilâhi mesajı algılamaktır.

Biliyoruz ki, Kur’an sadece böyle okunsun diye gelmedi.x

Kur’an okunsun, anlaşılsın, üzerine düşünülsün ve ondan ders alınsın diye geldi. Kur’an hidayettir. Yani insanı en doğruya yöneltendir.

Kur’an’ı anlamazsak, onun hidayetinden nasıl yararlanacağız?

Öyle ise her gün okuduğumuz kadarının, anladığımız meâlini de okumalıyız.

Her gün okuduğumuz veya dinlediğimiz kadarının meâlini okumayabiliriz. O zaman hiç olmazsa senede bir, hiç olmazsa bir meâl hatmi yapmalıyız.

Hele hele Kur’an’ı bir kere olsun başından sonuna kadar anlayıp okumadan bu dünyadan göç etmemeliyiz. Zira biliyoruz ki Kur’an Allah’ın bize gönderdiği kutsal mektuptur.

Allah o mektubu bir cemaate, bir millete değil; tek tek her insana gönderdi. O kutsal mektubu bana gelmiş bir mektup olarak okumalı, anlamalı ve ondan yararlanmalıyız.[36]

1.Nafile İbadetleri Çoğaltma:

Zamanımızda “Üç aylar” kış mevsimine rastlamaktadır. Efendimiz (S.A.V.)’in ifadesiyle:x

“Kış mevsimi, mü’minin ilkbaharıdır.”[37]

Bu itibarla üç ayları bahara dönüştürmek için namaz, oruç ve benzeri nafile ibadetleri artırmak gerekir. Zira namaz kötülüklere sed, oruç takva aracıdır.

İbadetleri artırmada şöyle bir yol izlenebilir.

Evvelâ farz olan namaz ve oruçların vaktinde edalarına önem verilmeli ve kazaya bırakılmamalıdır. Buna rağmen kaza durumu söz konusu olursa ilk fırsatta o yerine getirilmelidir.

İkinci olarak, namaz ve oruç ile ilgili kazalar tesbit edilmeli ve bir yere not edilerek yavaş yavaş ikmal edilmelidir. Kuvvetli ve farzlara tabi olan revâtip sünnetler hariç kazalar ile meşgul olmak daha uygun bir yoldur.

Üçüncü olarak, namaz, oruç ve benezeri nafileleri çoğaltmaya itina göstermeliyiz.

Oruçta; Pazartesi ve Perşembe, kamerî ayın 13, 14 ve 14. Günleri, mübarek gecelerin öncesi ve sonrası, bir gün oruç bir gün iftar (Savm-ı Davud) veya tamamı şeklinde bir yol izlenebilir.

Bilindiği üzere Hz. Peygamber Receb’in tamamını oruçlu geçirmemiş ama Şaban’ın tamamını genel olarak oruçlu geçirmişler ve Ramazan’la birleştirmişlerdir.

Ülkemizde çok yaygın olan üç aylar (ın tamamını aralıksız tutma) anlayışı sünnetlerde yoktur. Buna rağmen tutulması halinde günah da söz konusu değildir. Bilakis sevap vardır. Ancak bunu sürekli yapanların sünnet bilinci ile bazen ara vermeleri sünnetin genel amacına daha uygundur. Çünkü sünnet bilinci ibadetlerin gelenek ve modaya dönüşmesine mâni olur. Keffaret oruçları bu aylarda tutulabilir.

Namaz ile ilgili naafilelerde revatip sünnetlerden sonra önceliği gece (teheccüd) namazlarına vermek daha iyidir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi gece, üç aylarda vurgulanan üç husustan biridir. Geceleri değerlendirmenin yegane yolu namaz değildir. Namazın dışında en güzel gec ibadeti şüphesiz ilimdir.

Mübarek geceleri ibadet noktasında daha güzel değerlendirmek için bilindiği gibi eski ve yeni birçok kaynakta bu gecelere mahsus namazlardan bahsedilmiştir. Özel ilmihal kitaplarında, üç aylar ve faziletlerine yer verilmiş ve tarifleri yapılmıştır.

Bu özel namazların isim ve tariflerini ilgili eserlere havale ederek, günümüz İslam hukukçularından “Delilleriyle İslam İlmihali” adlı eserin sahibi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in şu açıklamalarına yer vermek istiyorum:

“Belirtilen mübarek gecelerde ümmet için kılınacak özel bir namaz nasslarda bulunmamakla birlikte, bu gecelerin fazileti ve yapılacak duaların kabul edilme ümidinin fazla olması sebebiyle diğer gecelere göre daha iyi bir şekilde bunların ihya edilmesi gerekir. Özellikle kaza namazı kılma, gece namazını artırma, Kur’an-ı Kerim okuma, tesbih, zikir ve dua ile bu geceleri ihya etmektir. Diğer yandan gündüzü oruçlu geçirmek, hakkı bulunan kimselerle helalleşmek, yoksulları gözetmek, hayır, hasenat yapmak da bu günlerin en güzel ihya şeklidir. Bu gecelerde, nafile namazın en az iki rekat olmak üzere, istenildiği kadar kılınması büyük ecir kazandırır.[38]

Hz. Aişe (r.anhâ)’nın: Ey Allah’ın Rasula bir gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsam nasıl dua edeyim?, sorusuna karşılık Rasulüllah’ın (S.A.V.)’in şu şekilde dua etmesini tavsiye ettiği bildirilmiştir:

“Allahım! Şüphesiz sen affedicisin, affı seversin. Beni affet”[39]

Mübarek gecelerde özel namazı olmayan Allah Rasülü’nün Ramazan’da teravih ve itikaf denilen ibadeti vardır.

2. Malî ibadetleri Çoğaltma:

Öteden beri olgun mü’minler zekatı bu aylardan birinde, özellikle Ramazan’da vermişlerdir. Sadaka-i Fıtır, Ramazan’a has bir mâlî mükellefiyettir. Mâlî ibadetler şüphesiz bu ikisinden ibaret değildir. Yedirme, içirme, giydirme, borç verme, hayır müesselerine yardım etmek vs. gibi infak kapsamına giren her davranış mâlî ibadetlerden sayılır. Cihad ayetlerinde:

“Mallarınızla ve canlarınızla”[40] şeklinde mallara öncelik verilmesi de dikkat çekicidir.

Mal konusunda cömert olmayan can konusunda hiç cömert olamaz. Cömert olmayanın da cennette yeri yoktur. İşte bu aylar cimrilikten arınmak için birer fırsattır.

Kur’an’da özellikle sevilen şeylerin verilmesine işaret edilmiş ve bu anlamlı verme olayına “birr” denmiştir.[41]

3. Hz. Muhammed (S.A.V.)’İ Daha İyi Tanımaya Yönelik Çalışma:

Üç aylarda meydana gelen olayların kahramanı Sevgili Peygamberimizdir. Mübarek geceler onun hayatında vuku bulan önemli olayların ismi olmuş, yüce kitabımız Kur’an bu aylarda nazil olmaya başlamıştır. Allah’ın bize örnek insan ve peygamber olarak gönderdiği yine O’dur. O canlı Kur’an’dır. O bizim için iman, İslam, hayat ve cennettir. Onu tanımadan, bilmeden, öğrenmeden, gönlümüze ve önümüzü koymadan İslam’ı ve Kur’an’ı tanımak ve yaşamak mümkün olmadığı gibi, ona talip olup uymadan da Allah sevgisine ermek imkânsızdır.

Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamberlikte zirve, insanlıkta modeldir. O’nun yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı ana çizgileriyle, hatta kronolojik olarak detaya varan yönleriyle bilinmeden ne huzur ne de felâhtan bahsedilemez. Bu nedenle örnek ve önderimizi en iyi bir şekilde tanımak en güzel ibadettir. O halde ibadet bilinci içinde onu öğrenmeye bir zamanı değil, her ve pir zamanı ayırmak en büyük vazifemizdir.

4. Kazanılanı Kaybetmeme:

Bazı işler zamanında veya sayısal olarak da belirli olabilir. Ama kulluk böyle değildir. O devamlı ve hayatla sınırlıdır. Bu gerçeği yüce Rabbimiz şöyle ifade etmektedir:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet (e devam) et.”[42]

Bu ayet ibadette, başka bir deyimle kullukta devamlı olmayı vurgulamaktadır. Buradaki temel ilke kulluk (ibadet) ta devamlılıktır. Bu ilke Efendimizin diliyle şöyle ortaya konur:

“Amellerin en sevimli olanı az da olsa devamlı yapılanıdır.”[43]

İbadetlerde devamlılık ilkesine bağlı kalmak iman, irade yani azim ve dua yani Allah (c.c.)’a güven ve teslimiyetle mümkündür. Nimete ermek, nimetle sürekli kalmak değildir. Kaybetmemek için bir takım sebeplere riayet edilir. Buna rağmen nimette kalmak da yine O’nun iznine bağlıdır. Bu Kur’an’da bir dua şeklinde bizlere sunulmaktadır:

“Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından rahmet bağışla.”[44]

Ayette, kazandıklarımızın Allah’ın bize birer ikramı olduğu belirtilmekte ve kaybetmememiz için sözlü ve fiilî çaba emredilmektedir.

Şüphe yok ki inanmış insanın en büyük gayesi, Allah’ın rızasına ve kulluğuna lâyık olabilmektir. Allah’a kul olmak ise iman ve ibadetle mümkün olur. İman temeli üzerine oturtulan ibadet, Allah ile kul arasındaki ilgiyi sağlayan yolu işlek hale getirir. Bütün Peygamberler işe mutlaka ibadetle başlamış, insanları doğru yola çağırırlarken de ibadeti telkin etmeyi ihmal etmemişlerdir. Zaten insanların yaratılmasındaki gaye de budur. Zira Yüce Allah:

“Ben cinleri de insanları da ancak beni tanıyıp bana ibadet etsinler diye yarattım”[45] buyurmaktadır. Bu açıdan bakıldığında mü’min, Allah’ın sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple de, Allah’ın sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple de Allah’ın sevdiği ve hoşlandığı özelliklere sahip olan, hoşlanmadığı ve sevmediği davranışlardan da uzak durmaya gayret eden kişidir diyebiliriz.

RAHMAN’IN KULLARI

Cenab-ı Hakk’ın, doksan dokuz isminden esirgeyici olduğuna delâlet eden “Rahman” ismine izafe ederek övdüğü ve “Rahman’ın kulları” diye andığı kulun özelliklerini Furkan suresinde nasıl sıraladığını birlikte görelim:

Rahman’ın kulları;

- Mütevazi ve alçak gönüllüdürler.

- Kendilerine bilgisiz ve cahil kişiler takıldığ zaman, onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.

- Sadece Rab’larına secde ederek namaz kılar ve niyazda bulunurlar.

- Rabbimiz “bizden cehennem azabını uzaklaştır” diye dua ederler.

- Harcamalarında (ve her türlü davranışlarında) dengelidirler ve orta yolu tutarlar.

- Allah’a hiçbir surette eş ve ortak koşmazlar.

- Cana asla kıymazlar.

- Zina etmezler.

- Tevbe ederler.

- Yalan yere şahitlik etmezler.

- Boş ve faydasız söz sarfedenlere rastladıklarında oradan ağırbaşlı olarak geçer ve giderler ve asla onlarla beraber olmazlar.

- Allah’ın emir ve yasakları kendilerine hatırlatıldığı zaman onları duymazlık ve görmezlikten gelmezler.

- Allah’tan, kendileri ve içinde yaşadıkları toplum için göz nuru olabilecek eş ve çocuklar isterler.

- Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınanların ilki olmak isterler.

- Sabırlıdırlar.[46]

Üç aylar içinde de bu sese kulak vermeliyiz ve İslam’ın her zamankinden fazla muhtacız.

SONUÇ

Buraya kadar sunulan üç aylardaki yoğun programı sergilemektedir. Bu faaliyet mutlaka maddî ve manevî yönden gelişmelerimize yardımcı olmuştur. Ama vazife burada ve bu kadarla bitmiyor. Daha doğrusu yeniden başlıyor. Yüce nimet olan zaman üç aylar veya ramazandan ibaret değildir. O halde ibadeti yalnız bu aylara, diğer bir tabirle yalnız bu ayları kulluğa hasretmek yanlıştır. Buna rağmen bu yanlış anlayış ülkemizde oldukça yaygındır. Mübarek gecelerde süslenip camiye gelenler, Cuma geceleri hiç içki kullanmayanlar, ramazanda teravih ve bayramlarda namazları kaçırmayanlar, üstelik bunları övünç vesilesi sayanlar az değildir. Maalesef insanımız bu çarpık anlayışın kurbanı olmuş ve yıllar geçmesine rağmen hâlâ kendine gelememiştir. Bu insanlara yardımcı olmak, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerine öğretmekle mümkündür. Aksi halde tutkuları din edinen insan kalabalığından geçmeyiz.

Ülkemiz müslümanlarının gündemine girmiş bulunan üç aylar, kulluk maratonunun başladığı, daha doğrusu hızlandığı, sevinç; barış ve azık aylarıdır.

Kısaca üç aylar; günahlarımızdan arınma, sevaplarla bezenme mevsimi olan çok müstesna bir zaman dilimidir.

Onun için, üç aylar münasebetiyle kendimize yeniden çeki düzen verebilir, rahmet ve bereket sağnaklarının mevsimi bu aylarda gerek işimize, gerek ödevlerimize daha çok çalışmak, başta oruç olmak üzere, daha çok iyilik ve hayır aypmak suretiyle, testilerimizi doldurmaya çalışabiliriz.[47]

Bir de şunu unutmamak lâzım. Sanki daha dün uğurladığımız üç aylar geldi ve yine gelip geçiyor. Uyumayalım.

Ömrümüz de böyle gelip geçiyor. Hani dedelerimiz, ninelerimiz! Hani annemiz, babamız! Hani dostlarımız, kardeşlerimiz! Hani geçen sene aramızda bulunan dost ve ahbablarımız! Nereye gittiler? Niçin aramızda yoklar? Unutmayalım ki, onları sinelerine çeken kara toprak yakında bizi de çekecek... Binaenaleyh bu mübarek, üç ayları toparlamamıza vesile kılarak, Rabbimizin:

“Ey iman edenler! Allah Teala’dan korkun (da vazifelerinizi ifa edin). Herkes yarın (kıyamet günü) için önden ne göndermiş olduğuna bir baksın...”[48] emrine kulak vererek, ahiret için ne hazırlık yaptığımıza bir bakalım.[49]

Bu mübarek gecelerde, tevbe, dua, niyaz ve istiğfarlarımızla Allah’a yaklaşmaya ve kendimizi affettirmeye çalışmalıyız. Ayrıca bol bol ve düşünerek Kur’an okumalı, kaza namazı kılmalı, kendimiz için, ailemiz için, milletimiz için ve bütün insanlık için ellerimizi yüce Rabbimize açıp dualar etmeliyiz. Bu gecelerde yapılacak ibadetlerin, verilecek sadakaların daha çok kabul edileceği inancımızı hatırlayarak Allah’ın türlü nimetleri ile bizi sevindirdiği gibi bizler de birer yoksul aile bulup ihsan ve ikramlarla sevindirmeliyiz. Hastaları ziyaret etmeli, kimsesizlerin gönlüne almalı, büyüklerimize saygımızı küçüklerimize sevgimizi en uygun usül ve yolla mutlaka göstermeli ve bu yüce İslam dininin size ikramıdır demeliyiz. Bu gecelerde tevbe ve niyazlarımızla kurtulacağımız her türlü davranışlarımızı bir kenara bırakmalı ve geleceğimizi de hiçbir kötü davranışın gölgelemesine müsaade etmemeliyiz.

Bu mübarek üç ayların Rabbimizin istediği manada ihya edilmesini, değerlendirilmesini ve bu mübarek ayların mü’minlerin mağfiret-ilâhiyyeye nail olmalarına vesile olmasını ve bütün İslam alemine sulh ve huzur getirmesini Rabbimizden niyaz ederiz.

Bîhaber.(barla)

Hiç yorum yok: