21 Eylül 2009 Pazartesi

Kur'an'ı Anlamak İçin Nasıl Okumalıyız?‏

Kur’an, ramazan ayının son on günü içindeki Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlandığı için, öteden beri ramazan ayı, müslümanlar nezdinde oruç ayı dışında, Kur’an ayı olarak da bilinir. Bu vesileyle müslümanlar, Kur’an’ı en çok ramazan ayında okur ve dinlerler. Ramazan ayındaki “mukabele” ya da “cüz tutma” denilen karşılıklı Kur’an okuma ve dinleme şekli, Cebrail(a.s)’in ramazan ayında peygamberimizle bir araya gelip karşılıklı Kur’an okumalarından bize intikal etmiş bir okuma biçimidir. Bize kadar ulaşan hadis rivayetlerinden, Resulullah(s.a.v)’ın ramazan ayında her gece Cebrail(a.s) ile buluştuğunu ve birbirlerine Kur’an okuyup dinlediklerini öğreniyoruz.
            “Cebrail (a.s) ramazan ayında peygamber(s.a.v)’le buluşur, ramazan ayı çıkıncaya kadar Resulullah (s.a.v) ona Kur’an okurdu.” (Rudani, Hadis Külliyatı, c.4, H.no:7383)
            “Ebu Hureyre’den: O (Cebrail a.s) Kur’anı her yıl bir kere (peygambere) okurdu. Öldüğü sene, Kur’an’ı ona iki kere arz etti.” (Rudani, Hadis Külliyatı, c.4, H.no:7384)
Camilerde, özellikle ramazan ayında sürdürülen “Mukabele” ya da “Cüz tutmak” şeklinde ifade edilen Kur’an okuma şeklinin dayanağı, Resulullah(s.a.v)’ın Cebrail (a.s) ile ramazan ayında buluşup Kur’an okumalarına dayanıyor. Resulullah’ın Arapça konuşan biri olduğunu ve Kur’an’ın Arapça indirildiğini düşünürsek buradaki okumanın ve dinlemenin kesinlikle anlayarak yapıldığını söylemeye bile gerek yok sanırım.
Dolayısıyla bugün ramazan ayında camilerde okunan mukabeleler, her ne kadar şekil olarak Resulullah(s.a.v)’ın Cebrail (a.s) ile Kur’an okuyuşlarına dayanıyorsa da, anlamdan yoksun bırakıldığı için böyle Kur’an okumak, doğru bir okuma değildir. Çünkü Kur’an okumaktan amaç, onu anlamaya çalışarak üzerinde düşünmektir. Yani okumanın içinde kesinlikle anlama çabası olmalıdır. Kur’an’ın, anlayan ve düşünen bir varlık olan insana indirilmesi de tezimizi desteklemektedir.
Biz anlamadan Kur’an okumanın sevap olamayacağına dair düşüncelerimizi bundan önce peş peşe yayınladığımız “Anlamadan Kur’an okumak sevap mıdır?” ve “Allah Resulünün okuduğu şekilde Kur’an okumak” başlıklı yazlarımızda delilleriyle ayrıntılı olarak açıklamıştık. O yüzden burada tekrar etmeye gerek duymuyoruz.
Madem anlamadan Kur’an okumanın bir anlam taşımadığını öğrendik, o halde Kur’an’ı anlamak için nasıl okumalıyız? Diğer bir ifade ile Kuran’dan istifade etmek için nasıl okumalıyız? Kur’an’dan azami derecede istifade etmek için aşağıda maddeler halinde izah edeceğim kurallar çerçevesinde okumamız gerektiğine inanıyorum:
1- Kur’an’a iman etmek: “İman” kelimesi emin olmak ve güven duymak anlamlarına geldiği için “Kur’an’a iman etmek” denildiği zaman şu iki hususu anlamak gerekir;
a- Bu kitabın Allah’tan geldiğinden emin olmak.
b- Bu kitabın doğru söylediğinden emin olmak.
Çünkü bu iki hususu kapsayacak anlamda Kur’an’a iman olmazsa sonrasında hiçbir şey olmaz. Kur’an, huden lil mü’minin/mü’minler için bir hidayettir. Meramımızı tersinden söyleyecek olursak, kalpte küfür veya şüphe olduğu halde okunan veya dinlenen Kur’an, anlamsız bir bağırtı ve çağırtıdan ibaret olur.
“(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) Kâfirlerin durumu sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler” (Bakara/171)
2- Sadece “Allah’ın rızasını kazanmak için” okumak: Çünkü Allah’ın rızası, bu kitaba iman edip anlayarak okuyup yaşamadadır. Başka amaçlarla okumalardan, uhrevi bir hayır beklemiyorum. Mesela;
a- Kur’anı anlamaya çalışırken onu akademik kariyerler elde etmeye bir araç olarak görmek... Böylelikle Kuran üzerinden dünyevi rütbeler (dr. doç. prof) elde ederek prestij sağlamak...
Bu niyetle hareket edenler Allah’tan gelen ilmi, hâkim gücün paradigmasına akredite kılmak zorundalar. Yoksa devlet, onlara unvan vermez. Daha açık bir Türkçeyle ifade edecek olursak, laik devlet, hiçbir zaman özünde Allah’tan başka güçlere boyun eğmeyi reddeden bir kitabın özüne dair çalışma yapanlara payeler vererek ödüllendirmez. Çünkü bu kitabın ana teması, hâkim gücün kurucu felsefesiyle taban tabana zıttır. Akademik çalışmaları yürütenler de genellikle bu hususu gözönüne alarak onlarla ters düşmemek, hatta bazen onları te’yid ederek çalışmalarını yürütürler. Bu tür çalışmalarda genellikle Allah’ın değil, Allah’tan başkalarının rızası/onayı esas alınır. Allah’ın kitabı okunurken Allah’tan başkaları gözetilerek hareket edilirse, Kur’an’ın/Allah’ın doğru bir şekilde anlaşılmayacağı ortadadır.
            b- Kur’an üzerinde çalışmalar yaparken ticari amaçlar taşımak: Gerek Kur’an meali şeklinde olsun, gerekse tefsiri şeklinde olsun ve gerekse Kur’an’a dair herhangi bir konunun araştırılması şeklinde olsun fark etmez... Şayet bu tür çalışmalar, para kazamaya ma’tuf olarak yürütülüyorsa bu niyetle hareket edenlerin de Kur’an’ı doğru anlayamayacaklarını düşünüyorum. Çünkü bunlar da Kur’an’ a dürüst/dostça yaklaşmıyorlar. Kur’an, kendisine dostça yaklaşmayanlara kendi sırlarını açmaz. Tıpkı bize dostça yaklaşmayanlara sırlarımızı açmadığımız gibi…
            c- Kur’an’ı okurken birinci derecede başkalarına cevap yetiştirip tartışmak ve nefsini tatmin etmek için okumak: Böyle okuyanlar da okuma konusunda doğru davranmıyorlar. Kur’an, nefsi anlamda başkalarına üstünlük sağlama aracı değildir.
            d- “Çok bilgili” desinler diye gösteriş amacıyla Kur’an’la bilgilenmek: Bir insan, Kur’an’a iman ettikten sonra; “Ben bu dünyaya Allah’a kulluk etmek için gönderildim. Bu Kur’an da benim nasıl kulluk edeceğimi gösteren bir kitaptır. Dünya ve ahiret saadetim bu kitaptadır” diyerek, bu bilinçle Kur’an’ı anlayarak okuyup anladıklarını yaşamaya ve yaşatmaya çalışmalıdır.
Kısacası yukarıdaki maddelerde saydığımız gibi halis olmayan niyetler, Kur’an’ı anlamanın önündeki engellerdir.
3- Kur’an’ı okurken onu bize açması için Allah’a “Rabbim, okuyacağım ayetlerini bana aç, maksatlarını bana göster” diyerek dua etmek:
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de”(Taha/114)
Biz istisnasız hiçbir işte Allah’ın yardımı olmadan muvaffak olamayız. Dolayısıyla Kur’an’ı anlamaya çalışırken de Rabbimizin yardımını dileyerek işe başlayacağız.
            4- Kur’anı indirildiği dil olan Arapça’nın yanında bir de herkes kendi dilinde okuyacak:
            “Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi-kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, dileyen kimseyi sapıklıkta terk eder. O Azizdir, Hâkimdir” (İbrahim/4)
            Bugün, Kur’an’ın neredeyse yaygın olarak konuşulan her dilde terceme ve tefsirleri var. Herkes kendi samimiyet ve çabaları oranında meal ve tefsir okuyacak ya da güvenilir ilim sahipleri tarafından yapılan tefsir anlatımlarından istifade edecek imkânları haizdir. Kur’an’ı anlamak için mutlaka Arapça bilmek gerekmiyor. Çünkü Allah, herkese kendi dilinde Allah’ı razı edecek imkânı vermiştir. Yeter ki insan, Allah’ı anlama çabası içerisinde olsun.
Yarattığı bütün dilleri, Allah’ın ayetleri olarak niteleyen Rabbimiz (Rum/22), neden kendisini sadece Arapça üzerinden anlayacağımızı zorunlu kılsın? O zaman insanları farklı dillerde yaratması anlamsız olmaz mı?
Demek ki Allah’ın insanları farklı dillerde yaratması, aynı zamanda bütün insanların kendi dillerinde Allah’ı anlayacaklarının da delilini teşkil etmektedir.
Kur’an üzerinde anlama çabası gütmedikten sonra Arapça bilmek, Kur’an’ı anlamanın ve dini bilmenin garantisi değildir. Ben nice insanlar biliyorum ki, Arapça kitapları çok rahat okuyabildikleri halde, Kur’an ve sünnet bilmezler, yani dini bilmezler. Çünkü Kur’an’ı anlama dertleri olmamış. Bunun yanında aynı şekilde nice Arapça bilmeyen insanlar biliyorum ki onlar da kendi ana dillerinde Kur’anı/Allah’ı çok güzel bir şekilde anlamışlardır. Bugün Kur’an’ı araştırarak müslüman olan batılılar, bunun en büyük ispatıdır. Bunlar, Arapça bildikleri için mi Kur’an’ı anlıyorlar? Hayır. Bunlar, Kur’an’ı kendi dillerindeki tercümelerinden okuyorlar.
            Arapça bilmek Kur’an’dan hükümler çıkaracak konumda olan çok özel kimseler için şarttır. Bunların sayıları da çok azdır.
            Ayrıca kendisinden hüküm çıkarılacak ayetlerin sayısı 500–600 civarındadır. Yani bu sayı Kur’an’ın %10’ una tekabül etmektedir. Geriye kalan % 90 civarındaki ayetler, tamamen insanı Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşündürerek, Allah’a boyun eğmeye yönlendiren ve hayatın anlamına dair olan imani ayetlerdir. Bu ayetlerle her müslümanın ilgilenmesi gerekir. Herkes, bu ayetleri, kendi dilindeki meal ve tefsirlerden okuyarak/dinleyerek ilgilenecek, nihayet samimiyet ve çabası oranında istifade edecektir.
Dolayısıyla Kur’an’dan hüküm çıkarma konumunda olmayan insanlar için, Arapça bilmek şart değildir. Bu yüzden Arapça bilmemeyi, Kur’an’ı anlamanın önüne mazeret olarak kimse getiremez. Bu söylediklerimizden, hiç kimse Türkçe ibadet tartışmalarına prim verdiğimi asla çıkartmasın. Dünyadaki her müslüman, ümmet bilincinin bir gereği olarak namazlarında okumak üzere Kur’an’dan az da olsa belli bir bölümü Arapça olarak ezberlemek zorundadır.
5- Tefsirleri okurken özellikle çağdaş diyebileceğimiz yani ya bizim zamanımızda veya yakın geçmişte yaşayan müfessirleri okumak bizim önceliğimiz olmalıdır. Çünkü geçmiş yüzyıllardaki müfessirler, ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, bizim çağımızı anlamaktan uzaktırlar. Oysa biz, hem Kur’an’ı hem çağımızı anlamak ve Kur’an’ı güncellemek zorundayız.
Kur’an’ın, her çağa bakan yüzü vardır. Bu yüzünü, o çağda yaşayan insanlara yansıtmak, Kur’an’a kafa yoran insanların işidir. Ancak şunu da bilmeliyiz ki bir tefsir, ne kadar mükemmel olursa olsun Kur’an’ı anlamada son nokta değildir.
6- Kur’an’dan okuyup anladıklarımızdan yaşama imkânımız olanları mutlaka yaşamak: Çünkü Resulullah (s.a.v), “Eğer siz bildiklerinizi yaşarsanız, Allah size bilmediklerinizi öğretir” buyuruyor. Resulullah’ın bu ifadesi, çok net bir şekilde şunu ortaya koymaktadır: Eğer biz, Kur’an’ı daha iyi bir şekilde anlamak istiyorsak önce anladıklarımızı yaşayacağız ki önümüz açılsın. Yoksa sadece entelektüel bir çaba, Kur’an ile ilişkilerimize zarar verecek ve anlayışımızı, ya tıkayacak ya da yanlış mecralara sürükleyecektir bizleri.
7- Kur’an’dan anlayıp yaşadığımız şeyleri başkalarına da anlatmak: Şu an nerede okuduğumu hatırlamadığım ama manası çok doğru olan bir cümle hatırlıyorum: “Kim insanlara iyi şeyleri emretme ve kötü şeyleri yasaklama işini terk ederse vahyin bereketinden mahrum kalır.” Bu rivayeti tersinden okursak; “Kim iyilikleri emreder kötülüklerden alıkoyarsa vahyin bereketine nail olur.”
Bu rivayet, bize şunu anlatmaktadır ki, Kur’an’ı anlayarak okuyan ve bu anladıklarını yaşayan kimseler, başkalarına da ulaştırmaya çalışırlarsa bu çaba, Kur’an’ı daha iyi anlamalarına yardımcı olacaktır. Yaşamadığımız şeyleri anlatmaya hakkımızın olmadığını bilmeliyiz. (Saf/2)
Kur’an anlatan herkes bilir ki, yıllarca bir sureyi anlatmış olsak da bakıyorsunuz o sureyi bir yerde tekrar anlatırken yeni şeyler geliyor akımıza. Hatta bazen anlattığımız esnada zihnimize düşüveriyor. Bu hal, kesinlikle vahyi başkalarına yaşayarak anlatmanın bir bereketidir. O yüzden fildişi kulelerine kapanıp da insanlardan uzak bir şekilde Kur’an ile meşgul olanlar bu bereketten mahrum olacaklarının idraki içerisinde olmalılar.
8- Kur’an’ı okurken tek başına değil de ders grupları oluşturarak okumalıyız: Çünkü Allah’ın rahmet ve bereketi, cemaat üzerinedir. Gruptaki her bir fert, bir tefsiri takip ederek okurlarsa ortaya daha manidar ve zengin bir anlam çıkacaktır. Eğer tek olarak okuyorsak o zaman birden fazla meal ve tefsirden karşılaştırmalı okumalıyız.
9- Kur’an’ı okurken anlamak için acele etmemek lazım: Kur’an, tekrar tekrar okundukça ve üzerinden zaman geçtikçe açılan bir kitaptır. Bu yüzden, “Kur’an’ın en iyi müfessiri zamandır” denilmiştir. Sahabe, yirmi üç yıl boyunca Kur’an indirilirken her inen ayetin gereğini yapmaya çalışıyordu. Bunu yaparken acaba bundan sonra hangi ayet gelecek bilmiyorlardı. Biz de anlamakta acele etmeyeceğiz. Ama anladıklarımızı da ertelemeyeceğiz.
“O halde biz Kur’an’ı okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da hiç şüphesiz bize aittir.” (Kıyamet/18,19)
Hiç şüphesiz bu ayet, bize Kur’an’ı doğru bir şekilde acele etmeden okumaya devam ettiğimiz sürece Allah’ın, onu bize bir şekilde anlatıp açacağını ifade etmektedir.
10- Kur’an’ı az, ama devamlı okumalıyız: Resulullah’a amellerin en faziletlisi sorulduğunda “Az da olsa devamlı olanıdır” buyurmuştur. Kur’an’ın azar azar, yirmi üç yılda indirilme süreci de bize zaten bunu öğretiyor. Bu şekildeki Allah ile olan irtibatımızın sürekliliği onu daha iyi anlamayı sağlayacaktır.
11- Elden geldiği kadar sakin ortamlarda, özellikle de gece saatlerinde okumak (Müzzemmil/1-5): Sakin bir kafa ve sakin bir ortam Kur’an ‘ı anlamaya daha müsaittir. Bu yüzden mecbur kalmadıkça gereksiz yere dünyaya kendimizi yordurmayalım. Biz, dünya ve içindekilerden daha değerliyiz. Yoğun ve yorgun bir kafa, anlamaya müsait değildir. Dünya hırsı insanı yorarken, Kur’an’ı anlamaktan da alıkoyuyor. Şunu unutmayalım ki, dünyaya gereksiz yere harcadığımız her türlü çabayı ahiretimizden çalarak harcamaktayız.
12- Günahlardan azami derecede kaçınmaya çalışmak: Çünkü günahlar, hakikatlerle aramızda perdedir. Günahlardan kaçınmadığımız sürece Kur’an’ı anlama imkânı olmayacak.
Bir ayna düşünün! Bu ayna ne kadar kirli ise görüntüyü o kadar engelleyecektir. Günahların ruh aynamızda oluşturduğu kirler de tıpkı böyledir. Kirli olduğumuz oranda doğru görüntülere ulaşamayacağız.
13- Müstakim (dürüst olmak): Kur’an’ı anlamak ve istifade etmek için her şeyden önce dürüst davranmak gerekir. Gördüğümüz doğruları o an aleyhimize de olsa tutacağız, asla vazgeçmeyeceğiz, gördüğümüz yanlışlar lehimize de olsa uzak duracağız.
“O Kur’an ancak âlemler için bir öğüttür, aranızdan müstakim (dürüst) olmak isteyenlere.” (Tekvir/27,28)
Bir insan, doğrularla karşılaşmak istiyorsa doğru yaşamalıdır. Çünkü ancak doğru yaşayanlar doğrularla karşılaşırlar.
14- Okuduğumuz şeyler üzerinde düşünmek: Üzerinde düşünülmeyen şeylerin anlamları, pek ortaya çıkmıyor. Kupkuru bir bilgi olarak kalıyor. Gökyüzüne, dağlara ve varlıkların oluşum sürecine uzun uzun bakıp düşünmek ilahi bir anlamı doğuruyor ve bizi ilahi bir güçle karşı karşıya bırakıyor.
15- Kur’an’da kâfirlere, fasıklara, zalimlere, münafıklara ve müşriklere hitap eden ayetlerin biz mü’minlere de hitap ettiğini düşünerek okuyacağız: Sadece müslüman ve mü’minlerle ilgili ayetlerin biz müslümanları ilgilendirdiğini düşünerek okumak, yanlış bir okumadır. Mesela, Allah, müşriklerden bahsederken, onların kız çocuklarını hor gördüklerini ve kız çocuklarının olduğu müjdelendiği zaman insanlardan gizlendiklerini belirtiyor. (Nahl/58,59)
Şimdi, “şirk zihniyetinin bir problemi olarak anlatılan bu husus, müşrikleri ilgilendiriyor” diyerek okumayacak mıyız? Oysa kendilerini müslüman olarak tanımlayan insanların çoğunun hayatında, bu problemi görmekteyiz. Müşriklerde olması gereken bu problem, müslümanların hayatında ne arıyor? Bir şekilde bulaşmış işte. Buna benzer birçok inanç ve davranış var ki normalde müslüman olmayanlara ait davranışlardır, ama o davranışları birçok müslümanın hayatında görmek mümkündür.
 Ya da biz kendimizi müslüman zannediyorduk, meğerki değilmişiz! İşte bundan dolayı Kur’an’daki bütün ayetler bize hitap ediyormuşçasına onu okuyacağız ki, hem kendimizi, hem de Kur’an’ı doğru anlayalım.

Hasan Eker -ÖZGÜN İRADE DERGİSİ

Hiç yorum yok: