13 Ekim 2011 Perşembe

Mübarek Cuma'nızı en kalbi duygularımla tebrik ediyor

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


“SELİM BİR KALP” (إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ)



“Ancak Allah’ı inkârdan, iki yüzlülükten, cehalet ve kötü ahlâktan arınmış temiz, saf bir kalp ile, aklıselim ile, iman, ilim, güzel ahlâk ve sâlih amelle Allah’ın huzuruna gelenler o gün mahcup olmaz.”



Cenâb-ı Allah (Celle Celâlüh) yukarıda metni verilen ayeti kerimede buyuruyorlar:



“O gün (hayra harcansa da) ne hiçbir malın, ne de(şefaat edebilecek mertebede bile olsa) ‘evlatların’ oğulların (hiçbir kimseye) fayda veremeyeceği! Ancak o kimse müstesna ki (kâfirlik ve münafıklık gibi manevi hastalıklardan tamamen kurtulmuş) Allah’a selim bir kalple gelen müstesnâ!”
(Şuarâ: 26/88-89)






Zira, kâinatın sahibini inkâr eden bir kalb küfür içindedir ve kat’iyyen pak olamaz. Aslında insanî değerlere saygılı olmak çok önemlidir. Ancak, hem o değerleri gerçek yüzleriyle idrak hem de bu idrakin sürekliliği, insanın insanlığının esası olan imana bağlıdır. Îmân olmayınca bütün iyilikler, güzellikler, faziletler ya yalan olur gider veya süreksizdir.. Dolayısıyla da değersizdir.






Hem, nasıl bir insan, memleketine, hatta insanlığa çok faydalı bazı hizmetlerde bulunsa; fakat o zat memleketi idare edenleri ve o memleketin kanun ve nizamlarını tanımayacağını söylese, zannediyorum böyle biri, hemen derdest edilir ve cezalandırılır. Daha önceki faydalı işleri, hizmetleri hiç mi hiç nazara alınmaz. Öyle de, Kâinatın Sahip ve Malikî’ni tanımayan bir insan, vatan ve milletine ne kadar da faydalı olursa olsun, âhirette derdest edilip cezalandırılır ve yaptıkları ona hiçbir fayda getirmez.






Ebu Talib, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)i tâ çocukluğundan itibaren yanına aldı, 48 sene himaye etti.. ve hep O’na arka çıktı ve kimseyi O’na dokundurtmadı. Ama buna rağmen, iman etmediği için O İlâhî teminatı kazanamadı. Hatta Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), başı bir kuşun tüyleri gibi kıvırcık kıvırcık bembeyaz olmuş babası Ebu Kuhafe’yi alıp, Efendimiz’in huzuruna getirdiğinde, Ebu Kuhafe Efendimizin dizlerinin dibine oturmuş, geç de olsa, oğlunun girdiği nurlu yola girmiş ve Müslüman olmuştu.






Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem); “Niçin ağlıyorsun, baban hidayete erdi ya” diye sorunca da, Hz. Ebu Bekir’in cevabı şu, olmuştu: “Ya Rasûlallah! Babamın yerine şu kelime-i tevhidi söyleyenin Ebu Talib olmasını çok arzu ederdim!” Hz. Ebubekir neden böyle düşünmüştü demeyin; çünkü Ebu Talib Efendimiz (s.a.v.)’i himaye edenlerin başında idi, O’nu bağrına basmış ve: “Git, bildiğini yap, ben sağ olduğum müddetçe Sana kimseyi dokundurmam.” demişti. Ayrıca çocuklarından Haydar-ı Kerrar Hz. Ali’yi (Radiyallahu Anh) ve Mute’nin kahramanı Cafer (Radiyallahu Anh)’ı. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in emrine vermiş, vermiş ve onları en emin ele teslim etmişti. Ama bütün bunların Ebu Talib’e hiçbir faydası dokunmamıştı. İşte bütün mesele burada! Evet, eğer bir insan imanla gitmişse, yaptığı bütün yararlı işler onun hesabına işe yarar; aksine en güzel şeyler bile heba olur gider...






Bu manada kalb selimliği çok önemli bir husustur. İnsanlar birçok iyilik yapabilir; civanmert davranabilir ve hayra koşabilir-ler. Ne var ki, evvelâ kalbin şirkten, küfürden ve dalâletten kurtulması şarttır.






İkincisi ise, o kalbin İslâmiyet ile mamur ve Kur’an ahlâkı ile donanmış olması lazımdır. Şayet, kalb Kur’an’ın tarif buyurduğu ve teklif ettiği ahlâk ile mamur değilse, o selim bir kalb değildir.






Bütün bunlardan sonra Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in yüce ahlâk ve ulvî seciyeleri de kalb-i selimin tezahürleridir. Bir insan, ahlâkını Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in ahlâkına uydurduğu ölçüde selim kalbe sahip sayılır. Aksine kendi kendini aldatmış olur. Ümid ediyoruz ve Rabb’imizden niyazda bulunuyoruz ki bizi O’nun yüce ahlâkıyla serfiraz kılsın..!






Bugün, İslâmiyet’e hizmet eden müminler, öyle ümit ediyoruz ki (İnşallah) ellerinden geldiğince ibadet-ü taatte bulunmakta ve onunla gönüllerini mamur kılmaya çalışmak-tadırlar.

Aynı zamanda, insanların dünyevî ve uhrevî saadetlerini temin maksadına matuf olarak da çok defa kendi maddi manevî füyûzat hislerinden fedakârlıkta bulunmakta ve kendi yaşama zevklerini, yaşama nazlarını bir tarafa iterek, başkalarını yaşatma, onları mesud etme arzu ve iştiyakıyla gerilime geçmekte, küheylanlar gibi koşmaktadırlar.






Bir yerde bir araya geliyorlarsa, bu sadece ve sadece hizmet düşüncesini, hizmet azmini kuvvetlendirmeye matuftur. Evet, kulak verip onların heyecanlarını dinlediğiniz zaman, sinelerinin “i’lâyı Kelimetullah” mülahazasıyla attığını duyacak ve bunların o va’dedilen zatlar olduklarını anlayacak ve hissedeceksiniz.

Siz ve gelecek nesiller, bu fedakâr ruhlarla her zaman iftihar edeceksiniz. Zira onlar gelecek adına dirilişimizi tekeffül etmiş, desteklemiş ve omuz vermiş gerçek mü’minlerdir. Ve işte bunlar, selim ve sâlim kalb sahibi insanlardır.






Selim ve sâlim bir kalb mevzuu çok mühimdir, çünkü Kur’ân-ı Kerim âyetleri onu mal ve evladın karşısına koymuş ve: “Mal ve evlat fayda vermez, o gün ancak selim bir kalb fayda verir” buyurmuştur.






İyi yaşamış mısın? İyi ölmüş müsün? İyi dirilebilecek misin? Livaül-Hamd’in yolunu bulabilecek misin? Kevserin başına ulaşabilecek misin? Efendimiz, seni uzaktan görüp, tanıyacak mı? Senin ahiretteki durumun, bütün bu sorulara ve daha başkalarına vereceğin cevaba bağlıdır.

Zira Allah Rasûlü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): “Ben benimkileri tanırım” buyurur. Nasıl tanıyacağı sorulunca da: “Sizin alnı beyaz, ayakları sekili atı, yüzlerce ve binlercesi arasından tanıdığınız gibi ben de benimkileri abdest azalarından tanırım.” cevabını verir. Allah Rasûlü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) sizi, alnınızdaki “Sîmahum fî vücuhihim min eseris-sücûd” (Feth: 49/29) âyetiyle “Yüzlerindeki alâmetleri ise, secde eserlerindendir.” mühürlenen damgadan tanıyacaktır.

Ebû Hureyre (Radiyallahu Anh), kollarını omuzlarına kadar yıkıyordu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da: “Abdest azalarının nurunu arttırmak istediğim için” cevabını veriyordu. İşte bütün bunlar selim bir kalbe sahip olmanın tezahürleridir.






Selim bir kalp, ahlâkî ve akîdevî hastalıklardan arınmış, Allah’a ve Rasûlü’ne itaatle huzura kavuşmuş olan kutsî bir makamdır. Cenab-ı Allah (Celle Celâlüh) bizleri ve tüm Müslüman kardeşlerimizi kalb-i selim olanlardan eylesin. İnşallah.


ÂMİN



Bu duygu ve düşüncelerle; Mübarek Cuma’nızı en kalbi duygularımla tebrik ediyor. Âlem-i İslam’ın, kurtuluşuna vesile olması temennisiyle… Cenab-ı Hakk’dan iki cihan saadetleri niyaz ediyorum..



14.10.2011

HÜSEYİN BULUT



3 Eylül 2011 Cumartesi

Şevval Ayı

Şevval Ayı

Ramazan-ı Şerif'ten sonraki şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.


Bir ay boyunca oruca alışmış olan insanlar, şevval ayında da altı gün oruç tutmaya büyük bir ilgi göstermiş, hatta teravih gibi sıcak bir ilgiyle şevval ayı orucunu sürdüre gelmişlerdir... Elbette bu sıcak ilgi sebepsiz değildir. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir sene oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurmuş, bu yüzden de bir ay Ramazan orucu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki hadisi ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz:

"Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!."
Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra şevvâlde de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevap almaktadır.
Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:
Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir..

Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.
Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.
Biri düşünmüş ki:
- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.
Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:


- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun. ..
İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş.. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul...

Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O' na da şâmil kılamaz.

Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. Şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.
Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.

Bir diğer husus da, şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. Şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.






Konuyu daha detaylı incele

Dilerseniz mevzuyu, daha kolay anlaşılabilmesi için, birkaç soru cümlesiyle ele alalım.
Mesela;
- Şevval ayında tutulan “altı gün orucu”nun mahiyeti nedir?


- Bu orucu hemen bayramın ardından ve peş peşe mi tutmak gerekir? Yoksa belli aralıklarla da tutulabilir mi?


- Kaza borcu bulunan kadınlar önce kazalarını mı tutmalı, yoksa “altı gün orucu”nu mu tutmalı?
***
Şimdi de gelelim bu soruların cevaplarına…

Sahih-i Müslim ve Sünen-i Tirmizî’de geçen bir hadis-i şerifte Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: Kaynakwh webhatti.com:
“Kim Ramazan ayında oruç tutar, sonra onun peşinden, şevval ayından da altı gün eklerse, sanki yılın tamamını oruç tutmuş gibi olur.” (1)
Âlimlerin çoğu bu hadis-i şerife dayanarak bu orucu tutmanın müstehap olduğunu ifade etmişlerdir. (2)
***
Peki bu oruç nasıl tutulacak?
Bazılarına göre, Ramazan ayının hemen peşinden tutulması daha güzeldir; çünkü yukarıdaki hadis bir başka rivayette: “Kim hemen bayramın ardından altı gün oruç tutarsa…” diye nakledilmiştir. (3)


Bazıları da bu orucu anlatan hadiste bir ayırım söz konusu olmadığına göre, Şevval içerisinde tutulduktan sonra, nasıl tutulursa tutulsun, fark etmez kanaatindedirler.


Kimileri de, Ramazanın devamı sanılmasın diye aralıklarla tutulmasının daha evla olduğu görüşündedirler.
Bunlardan çıkan sonuç şudur:
Müstehap olan bu “altı gün orucu”nu tutmak isteyenler, bunu peşpeşe tutabilecekleri gibi belli aralıklarla da tutabilirler. Bunların birini diğerine üstün kılacak dini bir delil yoktur.
Ayrıca nafile ibadetlerde genişlik ve kolaylık esastır; o bakımdan şevval ayında tutulacak 6 günlük orucu da kişi, dilediği ve kolayına geldiği şekilde tutabilir. Şöyle ki:


a) Dilerse hiç ara vermeden eda eder.


b) İsterse haftanın pazartesi ve perşembe günlerinde tutarak tamamlayabilir.


c) Arzu eder ve şartları da müsaitse, eyyam-ı biyz'ı yani ayın 13-14-15. günlerini de içine alarak tutabilir.

Görüldüğü üzere son iki şıkta, iki sünneti birden yerine getirmiş olur. Yani hem şevval ayınının 6 orucunu hem de pazartesi-perşembe oruçlarını ya da eyyam-ı biyz sünnetlerini ifa etmiş oluyor kişi...


Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) "Kulların amelleri pazartesi ve perşembe günleri Rablerine arzolunur; ben de amellerimin oruçlu bulunduğum halde Allah'a arzolunmasını seviyorum"(4) buyurmuşlardır. Nitekim bir rivayette de, "Rasûlüllah (s.a.v.), pazartesi ve perşembe günleri oruç tutabilmek için imkân arardı-kollardı" (5) denilmiştir.
Eyyam-ı biyz yani ayın parlak günleri olan 13-14-15. günleriyle alakalı olarak da buyrulmuştur ki, "Rasûlüllah (s.a.v.) ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde biyz orucunu tutmayı emrederdi..." (6) Tabii buradaki emirden kasıt tavsiyedir, bu orucun sünnet oluşudur.

***
Kadınların borçlarına gelince…


Âlimlerden meseleyi şöyle anlayanlar vardır:


“Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevvalden de altı gün ilave ederse…” buyrulduğuna göre, Ramazan tamamlanacak ve ayrıca Şevval’den de ona, “altı gün” eklenecektir.


Öyleyse kadınlar -eğer varsa- öncelikle Ramazan ayında tutamadıkları oruçlarını kaza edecekler; sonra altı gün daha tutmuş olacaklar ki, Ramazanı tamamlamış ve ona Şevval’den eklemiş olsunlar.


Mesele elbette böyle anlaşılabilir; ancak, şöyle de anlaşılması mümkündür:


Ramazan orucu farzdır ve asıl tutulması gereken oruç budur. Başka hiçbir oruç buna denk görülmemeli ve denkmiş gibi tutulmamalıdır. Ancak Ramazan orucunun insanları fazla yormaması ve en rahat tutulabilmesi için dinin sahibi bizi teşvik ederek Recep ayından oruca alıştırmaya başlar… Şaban’da oruç biraz daha çoğalır… Böylece Ramazan ayına birden ve aniden girilmemiş, hazırlıklı ve alışmış olarak girilmiş olur. Kaynakwh webhatti.com:


Ramazan bitince de oruç yine birden bırakılmış ve böylece beslenme alışkanlıkları keskin zikzaklarla değiştirilmiş olmaz. Belli aralıklarla bir “altı gün” daha tutularak, hem ameller bire on karşılık göreceği için sevap katlanmış, hem de sağlığın korunmasına dikkat edilmiş olur. Bunun bir hikmeti de bu olsa gerektir.


İkinci bir hikmeti de, kadınların Ramazan’da tutamadıkları oruçlarını, vakit kaybetmeden hemen Ramazanın ardından tutulmaları teşvik edilmiş… ve bu oruçta kadın erkek ayrılmadan erkeklerin de tutmaları, böylece kadınlara destek olmaları sağlanmış olur.


Şevval’in altı gün orucunun eğer böyle bir hikmeti varsa, o zaman bu orucu peş peşe tutmak yerine, önce daha az, sonra daha fazla aralıklarla tutmak daha uygun olmalıdır. Tıpkı arabayla bir tünele girerken gözleri alıştırmak için, önce ışığın yavaş-yavaş azaltılması, çıkarken de yavaş-yavaş çoğaltılması gibi…


Yine böyle bir hikmetin var olduğunu kabul ettiğimizde, kadınlar Ramazan’da tutamadıkları oruçlarını Şevval’de kaza ederlerse, hem borçlarını ödemiş, hem de şevval’de altı gün oruç tutmuş olurlar diyebiliriz.


Tabii ki netice itibariyle bütün bunlar, birer anlamaya çalışma gayretinden ibarettir.
***

Altı gün orucu hakkında söylenmiş son ve kesin hükmü şöyle özetleyebiliriz:



Ramazan ayı ve bayramından sonra Şevval ayı içinde, halkımız arasında "altı gün orucu" adıyla bilinen orucu tutmak -yukarıda da belirttiğimiz üzere- sünnettir.



Şevvâl ayının ilk gününde yani ramazan bayramının birinci günü oruç tutulması haramdır. Bayramın diğer günlerinde ise kaza ya da nafile oruç tutulabilir.



Ramazan ayının bir nevi tamamlayıcısı durumunda olan Şevvâl ayında tutulacak altı günlük oruç, bir Müslüman'a bütün bir yıllık oruç sevabı kazandıracaktır.



Gene yukarıda belirttiğimiz üzere bu altı günlük orucun bitişik olması, yani ara vermeden tutulması mecburiyeti yoktur; belli aralıklarla da tutulabilir. Mesela evvelinde, ortasında ve sonunda da olabilir. Ancak bu oruç, şevvalin 12’si ile 17’si arasında tutulduğunda “eyyâm-ı biyz” da oruçlu geçirilmiş, dolayısiyle iki sünnet birlikte yapılmış olacağından çok büyük sevabı vardır.



Hasılı Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), Şevval ayından 6 gün oruç tutanların, senenin tamamını oruçlu geçirmiş olacağı müjdesini vermiştir. (7)



***



6 günlük oruçla nasıl bir senelik oruç sevabı elde ediliyor?



Şevvâl ayında tutulacak altı günlük oruçla, bir yıl oruç sevabının nasıl elde edileceği âlimlerce şöyle ifade edilmiştir:



Yüce dinimizce, bir iyilik yapana on sevap verileceği yolundaki ayet-i kerime(8) esas alındığında, bir Müslüman otuz günlük ramazan orucuna ilâveten şevvâl ayındaki altı günlük oruçla 36 (otuz altı) gün tutmuş olmaktadır.



Bu 36 (otuz altı) rakamı, hadis-i şerifte ifade edilen 10 (on) sevap ile çarpıldığında, 360 (üçyüz altmış) gün elde edilir.



Böylece kameri ay hesabıyla bütün bir yıl oruçla geçirilmiş gibi olur.



Rabbim, farz olan Ramazan orucunu ifadan sonra, sünnet olan bu 6 günlük Şevval orucunu da eda edebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser kılsın.

Halis ECE



DİPNOTLAR

(1) en-Nevevî, Riyazu's-Sâlihîn, Hadis No: 1251.

(2) el-Fetâva’l-Hindiyye, Hey'et, 1, 201.

(3) Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 17, 166.

(4) Tâcu'l-Usûl, 2, 89.

(5) İbn Mace, Sünen, 1, 553.

(6) el-Mübârekfûrî, M. Abdurrahman b. Abdirrahîm, Tirmizi şerhi Tuhfetü'l-Ahvezi, 3, 469.

(7) Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen Dua ve İbadetler, Fazilet Neşriyat, İstanbul 1983, s. 45.

(8) En’âm suresi, 6/160.





5 Ağustos 2011 Cuma

Ramazan ve İsraf

Bizleri sağlık ve güvenlik içinde bu güzel ibadet vakti Ramazan'a ulaştıran Allah'a hamdolsun.

Yüce Allah, “iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta Kendisi'dir." (Tur Suresi, 28) Yaşamımız süresince biz kullarına güzellikler lütfeder; nimet olarak bize ulaşan her şey O'ndandır. Tümü O'nun sonsuz rahmetinin, aklının ve sanatının tecellileridir.

Bize her istediğimiz şeyi verir. Karşılığında da, "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür." (İbrahim Suresi, 34) ayetinin sonundaki ifadeyle, verdiklerine nankörlük etmememizi ister.

Her nimet bir amaçla yaratılır. Nimetler, nefislerimizin arzuladığı gibi şuursuzca tüketmemiz için yaratılmamıştır. Allah, verdiği nimetlerle kullarına karşı sevgi, rahmet ve merhametini gösterir.

Nimetleri yaratan ve kullarına cömertçe sunan Allah, israf edilmesini yasaklar. "... Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (En’am Suresi, 141) ayetiyle israf eden kullarını, sevgisini kaybetme tehlikesine karşı uyarır. Ayrıca israf edenlerin, nankör karakterli şeytanın kardeşleri olduklarına dikkat çeker:

"Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür."(İsra Suresi, 26-27)

Allah, israfın her türlüsünü haram kılar. İsraf denildiğinde genellikle para, yiyecek ya da malların israfı düşünülür. Oysa zamanı “öldürmek”, sahip olunan ilmi insanlarla paylaşmamak, Allah'ın emanet olarak verdiği bedene fiili dua anlamında iyi bakmamak, çocukları Allah'tan ve imandan uzak yetiştirmek gibi Allah'ın bahşettiği her nimetin, Allah rızası dışında gereksiz yere harcanması israftır.


Allah'ın kullarına ikramı olan yiyecekler, sayamayacağımız kadar çok çeşitte ve farklı lezzettedir. Bediüzzaman bu konuyu insanların unuttuğuna dikkat çeker ve Ramazan'ın Allah'ın Rahman ve Rahim isminin tecellisi olan bu nimet çeşitliliğinin hatırlandığı bir zaman olduğunu belirtir. Mektubat'ta şöyle tefekkür eder Bediüzzaman:

“Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle (yemeğin yasak olması açısından), "O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde (kullanlımasında) hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in'âmıdır (ihsan ettiği nimetidir); O’nun emrini bekliyorum" diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder (manevi şükreder). İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle (açıdan) hakikî vazife-i insaniye (insanın hakiki vazifesi) olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.”


Yiyeceklerin atılması, Allah’ın beğenmediği bir davranıştır. Allah, çamurlu topraktan sayısız farklı ürün çıkarır. Toprak tatsızdır, kokusu ve tadı her yerde aynıdır. Ancak gökten suyu indirir, toprağı sular ve renkleri, tatları, kokuları birbirinden farklı çeşit çeşit ürünü bizler için yaratır.


Allah, içine, ait olduğu bitkinin bütün özelliklerini kapsayan bilgiler kodladığı kuru tahta parçası görünümündeki tohumları vesile ederek, benzersiz yaratmasını sergiler. Tohumun DNA'sındaki bilgilerin milyonlarca yıl saklanıyor olması sıradan bir konu olarak görülmemeli. Her tohumdan, örneğin suyu en üstteki dallarına kadar taşıyacak bir sisteme, topraktaki yararlı mineralleri özümsemek için köklere sahip olan son derece mükemmel tasarlanmış canlı bir varlık, bir ağaç meydana gelir. Bizler detaylı, güzel bir ağaç resmi çizmekte zorlanırken tohum, bu son derece karmaşık sistemlere sahip varlığı canlı olarak üretir. Kuşkusuz bunları tohum kendisi yapmaz; olayın her aşaması Allah’ın birer mucizesidir.


Allah yaşamımızın olmazsa olmazı olan suyu yaratır. Renksiz, kokusuz ve tadı olmayan su her insanın ihtiyacına ve beğenisine uygundur. Eğer Allah dileseydi, bulutu yaratmazdı ve bulut olmadığı için tatlı su kaynakları da bulunmazdı. Bizler yalnızca denizlerin tuzlu suyunu kullanmak durumunda kalırdık. Bu da, yaşamımızı oldukça zorlu hale getirirdi. O halde en önemli nimetlerden olan suyu dikkatli kullanalım.

"Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?"(Mülk Suresi, 30)

Allah'ın nimetlerini genelleme yaparak bile sayamayız. Yeryüzünde tüm insanların ihtiyacını karşılayacak bollukta nimet vardır. Milyonlarca insanın yaşadığı açlık ve yoksulluğun nedeni ise israf ve israfın engellenmiyor oluşudur.

İftar sofralarımızda tonlarca yiyeceğin israf edilmesi yüzünden açlık yaşayan insanların varlığını hatırlayalım. Unutmayalım insanı israfa yönelten şeytandır. Şeytan, Allah'ın israf edenleri sevmediğini bilir ve sinsice, atmayı, dökmeyi ve bunların yanlış davranışlar olmadığını telkin eder. Bu konuda titiz olalım, birbirimizi uyaralım. Ahirette müflis olmamak için, sorgulanacağımız bu sayısız nimete karşı her an şükür içinde olalım...

Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur. (Furkan Suresi, 67)

Fuat Türker

Duamız olsun: "Ramazan hayırlara vesile olsun. Allah, Müslümanların, vicdanlarının ışığında birlik ruhunu canlandırmalarına yardım etsin ve İslam alemini bir araya getirsin; birlik kılsın.

24 Temmuz 2011 Pazar

TERAVİH NAMAZININ FAZİLETLERİ

ALLAH KENDİSİNE SALAT ve SELAM EYLESİN, RESULLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZE RAMAZAN AYINDA TERAVİH NAMAZININ FAZİLETİ HAKKINDA SORULDUĞUNDA ŞÖYLE BUYURDU:
TERAVİH NAMAZINI KILAN KİMSE HERGECE TERAVİH KILDIĞI ZAMAN BAŞKA HAL ALIR. ŞÖYLEKİ:

1. GECE ANASINDAN DOĞDUĞU GÜNKİ GİBİ GÜNAHLARINDAN ARINIR.
2. " EĞER MÜ'MİN İSE ANASI VE BABASININ GÜNAHLARI BAĞIŞLANIR
3. " ARŞ ALTINDA BİR MELEK ŞÖYLE SESLENİR. "AMELİN TEMİZE ÇIKTI, GÜNAHLARIN BAĞIŞLANDI".
4. " ONUN İÇİN VERİLECEK MÜKAFAT TEVRAT, İNCİL, ZEBUR VE KURAN OKUYUP HATMETME SEVABIDIR.
5. " MESCİD-İ HARAMDA VE MESCİD-İ NEBEVİDE NAMAZ KILAN KİMSE GİBİ SEVAP KAZANIR.
6. " ALLAH'Ü TEALA ONA BEYTİ MAMURU TAVAF EDENİN SEVABINI VERİR.
7. " FİRAVUN GAZASINDA MUSA (A.S) İLE BERABER OLMUŞ GİBİ ECİR ALIR.
8. " ALLAH'Ü TEALA İBRAHİM (AS) 'A YAPTIĞI İHSANI ONADA VERİR.
9. " HZ. MUHAMMED'İN (SAV) YAPTIĞI İBADET GİBİ YÜCE ALLAH'A İBADET ETMİŞ SEVABI ALIR.
10. " YÜCE ALLAH DÜNYA VE AHİRETİ NASİP EDER.
11. " ÖLECEK OLURSA DÜNYADAN ANASINDAN DOĞDUĞU GÜNKİ GİBİ GÜNAHSIZ ÇIKAR.
12. " KIYAMET GÜNÜ YÜZÜ AYIN ONDÖRDÜ GİBİ PARLAK GELİR.
13. " KIYAMET GÜNÜ HER TÜRLÜ KÖTÜLÜKLERDEN EMİN OLARAK GELİR.
14. " HAK TEALA O KİŞİYE KADİR GECESİNİ İHYA ETMİŞ SEVABI VERİR.
15. " ARŞI VE KÜRSÜYÜ TAŞIYAN MELEKLER ONUN BAĞIŞLANMASI İÇİN SALAT OKURLAR.
16. " YÜCE ALLAH O KİMSE İÇİN CEHENNEM ATEŞİNDEN KURTULDUĞUNA VE CENNETE GİRECEĞİNE DAİR BERAT FERMANI YAZAR.
17. " PEYGAMBERLERİN SEVABINA DENK SEVAP VERİLİR.
18. " BİR MELEK ŞÖYLE SESLENİR; "EY ALLAH'IN KULU, ALLAH SENDEN, ANA VE BABANDAN RAZI OLDU".
19. " HAK TEALA DÜNYADA VE AHİRETTE ONA YARDIM EDER.
20. " ŞEHİT VE SALİH ZATLARIN SEVABINA DENK SEVAP VERİLİR.
21. " ALLAH ONA CENNETTE NURDAN BİR EV KURAR.
22. " ÜMMETİ MUHAMMED'İN YETİMLERİNİ VE DUL HATUNLARINI DOYURMUŞ GİBİ SEVAP KAZANIR.
23. " ALLAH ONA CENNETTE ŞEHİR KURAR.
24. " ONUN İÇİN YİRMİ DÖRT MAKBUL DUA VARDIR.
25. " ALLAH ONDAN KABİR AZABINI KALDIRIR.
26. " ALLAH ONUN İÇİN KIRK YILLIK AMEL SEVABI YAZAR.
27. " ONUN İÇİN SIRAT KÖPRÜSÜNÜ, ÇAKAN ŞİMŞEK GİBİ GEÇME İHSANI YAPILIR
28. " ALLAH ONUN CENNETTEKİ DERECESİNİ BİR KAT DAHA ARTTIRIR.
29. " ONA BİN MAKBUL HAC SEVABI VERİLİR.
30. " ALLAH ŞÖYLE BUYURUR; "EY KULUM! CENNETİN MEYVALARINDAN YE, SELSEBİL SUYUNDA YIKAN, KEVSER ŞARABINDAN İÇ, BEN SENİN RABBİNİM, SENDE BENİM KULUMSUN DER.

- VE BİR MÜNADİ NİDA EDER: HER GECE TERAVİH KILAN KULLAR CEHENNEMDEN AZAD OLMUŞ KULLARDIR. KORKTUKLARI CEHENNEMDEN AZAD OLUP, UMDUKLARI CENNETE CEMÜL'E NAİL OLDULAR.
- VE HAK TEALA AZAMEDİ ŞANIYLA BUYURUYOR Kİ: AZİM CELİLİM HAKKI İÇİN BU KULLARIMA AF İLE MUAMELE EYLEDİM VE CEHENNEM ATEŞİNE VÜCUTLARINI HARAM KILDIM.
- ONDAN SONRA MEVLA TEALA EMREDER, O KULLARA BERAT YAZILIR. ERKEK OLSUN KADIN OLSUN CEHENNEM AZABINDAN KURTULMAYA VE SUALİ KOLAY GEÇMEYE DAİR BERATİ ELİNE VERİLİR. HER KİM İHLAS VE İNANÇ ÜZERE RAMAZAN-I ŞERİFTE 30 GECE TERAVİH KILSA MEVLA BU SEVAPLARI ŞEKSİZ ŞÜPHESİZ O KİMSEYE İHSAN EDER.
RABBİM HEPİMİZİ HAKİKİ KUL OLUP, İMAN ve İTAAT EDENLERDEN EYLESİN. AMİN.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

RASÛLULLAH'IN ÖĞRETTİĞİ ÇOK ÖZEL DUALAR

Okunuşu:

Allâhumme eğınniy alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik.

Anlamı:

Allahım seni zikretmemi, sana şükretmemi ve güzel bir şekilde kulluk etmemi arttır, kolaylaştır


Bilgi:

Bize göre çok değerli olan bu duâyı bütün zikir formüllerimizin ilk sırasında yerleştiririz. Bu duâyı bize Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Muâz bin Cebel vasıtasıyla öğretiyor.


Muâz bin Cebel radıyallâhu anh Resûl-i Ekrem'in yakın ashâbından ve çok sevdiği zâtlardan biri, şöyle anlatıyor olayı:


-Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün elimi tutup bana şöyle dedi:


- Yâ Muâz. Vallâhi seni çok seviyorum!.. Sana bir şeyler tavsiye edeyim; onları her namazın sonunda (selâm vermeden) oku. Kesinlikle terketme!.. Şöyle dersin:


- Allahım, seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel bir şekilde kulluk etmek için bana yardım et!..



Efendimiz aleyhis-selâm'ın sevgisini bu şekilde yeminle takviye ederek ifâde ettiği bir zâta öğrettiği duâ ne derece önemlidir, bunu takdirinize bırakıyorum.


Okunuşu:

 
Allâhumme elhımniy rüşdiy ve eızniy şerre nefsiy.



Anlamı:


Allah'ım bana rüşdümü İLHAM et nefsimin şer olacak davranışlarından sana sığınırım.


Bilgi:


İmran bin Husayn radıyallâhu anh müslüman olduktan sonra gelip Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selleme sordu.






-Müslüman olursam bana (çok faydalı olacak) iki kelime öğreteceğini vaad etmiştin yâ Rasûlullah..?






-"Şöyle duâ et yâ Husayn. Allâh'ım bana rüşdümü ilham et, nefsimin şer olacak davranışlarından sana sığınırım"






İşte bu hadîs-i şerîfteki işaret üzere, biz genellikle günlük zikirler arasında günde üç yüz defa bu duânın yapılmasını çok faydalı buluruz ve dostlarımıza tavsiye ederiz!..


Okunuşu:

Allâhumme inniy es’elûke hubbeke ve hubbe men yuhıbbuke.


Anlamı:



Allah'ım senden aşkını, seni sevenleri sevmeyi dilerim


Bilgi:

Ebû Derda Hazret-i Rasûlullah'ın Dâvud peygamber için -İnsanların en çok ibâdet edeniydi- dedikten sonra şöyle anlatıyor:

-Dâvud'un duâsında sözü şuydu:

Allah'ım senden seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, senin sevgini ulaştıracak ameli sevmeyi dilerim. Allah'ım, sevgini bana nefsimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl!..


Kezâ yukarıda görülen duâ da başta gördüğünüz tavsiyelerimiz, duâ listemiz içinde yer alan bir duâdır. Daha ne diyelim ki!..

 
Okunuşu:Allâhumme inna neseluke min hayri ma seeleke minhu nebiyyuke Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem ve neuzü bike min şerri ma esteaze minhu nebiyyuke sallallâhu aleyhi ve sellem ve ente MÜSTEAN!..



Anlamı:

 
Allah'ım Nebîn Muhammed aleyhis-selâm hayırdan neler istemişse senden ben de onları isterim; şerden nelerden sığınmışsa sana, ben de onlardan sana sığınırım. MÜSTEAN (yardım istenilen - yardım eden) sensin!.

 
Bilgi:



-Ebû Umame radıyallâhu anh anlatıyor:


-Bir gün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem uzun bir duâ etti ki, bundan hiç bir şey ezberliyemedik. Bunun üzerine dedik:


-Yâ Rasûlullah öyle uzun bir duâ ile duâ ettiniz ki, biz bundan bir şey ezberliyemedik..?



Bunun üzerine buyurdu ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:



-Size bütün bu duâyı toplayan bir şey göstereyim mi?.. Şöyle duâ edersiniz:



"Allah'ım Rasûlün Muhammed'in hayırdan dilediklerinin aynısını ben de dilerim; Rasûlün Muhammed'in şerden sığındığı şeylerden biz de sana sığınıyoruz. Yardım istenecek sensin. Varış sanadır. Kuvvet ve kudret ancak Allâh iledir".



Bütün istekleri ve de sığınılacak şeyleri içine alan en özlü duâyı yukarıdaki şekilde gene Efendimiz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize öğretiyor. Artık bu duâyı da etmeyene diyecek söz yok!..



Okunuşu:


Yâ mukallibel kulûb sebbit kalbiy alâ diynike.



Anlamı:



Ey kalbleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi dinin üzere sabitle!..



Bilgi:



Ümmü Seleme radıyallâhu anhaya soruldu:



- Ey müminlerin annesi, senin yanında olduğu zaman Peygamberin en çok duâsı ne idi?..


Efendimiz'in kutlu zevcesi Ümmü Seleme radıyallâhu anha anlattı:


- Resûl-i Ekrem'in en çok yaptığı duâ şu idi:



Ey kalbleri çeviren, kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!..


Bunun üzerine sordum:



- Senin duânın en çoğu, neden, Ey kalbleri çeviren kalbimi dinin üzerine sâbit kıl, duâsıdır?..



Resûl-i Ekrem buyurdu ki:



- Yâ Ümmü Seleme, gerçek şu ki, kalbi Allâh’ın iki parmağı arasında olmayan insan yoktur. Dilediğini sebât ettirir, dilediğini de kaydırır."


Yükselen burcu ya da ayı, ikizler, yay, başak ve balık olanlara bu dua kesinlikle tavsiye edilir.



Okunuşu:



Allâhumme innâ nec’âluke fiy nuhurihim ve neuzü bike min şurûrihim.


Anlamı:



Allâhım, senin, onların karşısına çıkmanı ister; onların şerlerinden sana sığınırız.



Bilgi:


Efendimiz, Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in öğretmekte olduğu bu duâ son derece önemli ve üzerinde dikkatle durulması zorunlu bir niyâzdır!.. Niçin bu böyle.?



İnsanın, karşılaştığı tehlikeli olaylara ya da kişilere karşı, kendi beşerî imkânları ile mücadele vermesi son derece doğaldır.

 
Allah’tan yardım isteyip O’na yönelmesi de doğaldır.Ancak bu duâda bir incelik vardır ki, ona çok dikkat etmek gerekmektedir. Efendimiz bu duâ ile, kendilerinin yerine, ilâhî güçlerin karşılık vermesi için niyâzda bulunuyor. Bu ilâhî güç, dışarıdan o kişiler üzerine karşı çıkabileceği gibi, kendilerinden de zuhur edebilir.


Nitekim böyle bir duruma işaret şu âyet-i kerîmenin ışığında olayı anlamaya çalışırsak, meseleyi çok daha kolaylıkla çözeriz:



"Attığın zaman sen atmadın, ALLAH ATTI"!.. (8-17)



İşte aynı şekilde, Allah’ın karşı çıkması için niyâz ediliyor burada da. Bu konuyu daha fazla açmak istemiyorum. Arzu eden anlamaya gayret göstersin!..


Okunuşu:



Allâhumme ahricniy min zulûmatil vehmi ve ekrimniy binûril fehmi


Anlamı:


Allah’ım VEHİM karanlığından beni çıkart ve nurunla anlayış ikrâm et!..


Bilgi:

 
Tasavvuf yolundakilerin bileceği gibi, insan için en büyük belâ "VEHİM" hükmü altında kalmaktır. Allâh’tan insanı ayrı düşüren en büyük perde "VEHİM" perdesidir.


"VEHİM" perdesi kalkıp, Allâh Nûru ile anlayış ikrâm olan kişi derhal Allâha erer, YAKÎN sahiplerinden olur!.. Bunun, ne derece büyük bir nimet olduğunu, ancak bu nimete ermişler bilebilir!..


Şayet, dünyada yaşarken "VEHİM"den kurtulup "YAKÎN"e ermek istiyorsanız, mutlaka, en az günde yüz defa bu duâya devam ediniz.


Okunuşu:






Rabbiy zidniy ilmen ve fehmen ve iymanen ve yakıynen sadıka.


Anlamı:


Rabbim ilmimi, anlayışımı, imanımı ve sıdk üzere yakînimi çoğalt!.



Bilgi:



Bu duâ çok önemli bir kaç hususu içine alan geniş kapsamlı bir metindir.



Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlullah aleyhi’s-selâm’a emir verilmiştir, İlmimi arttır diye duâ et, şeklinde.



Hadîs-i şerîflerde ise anlayışın, imânın ve sıdk üzere yakînin artması talebedilmektedir.



İmânın artması çok önemlidir. Çünkü, iman ne derece artarsa, beşer şartlanmasıyla bloke olmuş aklın kavrayıp kabul edemediği şeyler o nisbette iman yollu kabullenilmeye başlar ve neticesinde de o şeylere vukûf meydana gelir. Bu konuda "AKIL ve İMAN" isimli ses kasetimizde çok tafsilâtlı bilgi vardır. Nereye kadar akılla ve nereden sonra imanla gidileceği hususunu oradan tetkik edebilirsiniz.


Yakîn’e gelince


Bir "yakîn" vardır ki sonunda "küfür" yani gerçeği örtmek vardır.


Bir "yakîn" vardır ki, neticesi "sıdk" üzere "vuslat"tır!..



"Yakîn", kişide "Allâh BAKÎ"dir hükmünün yaşanmasıdır!..

 
Allâh kolaylaştıra!..

Hiç değilse günde yüz defa bu duâya devam edenler çok büyük faydalarını birkaç ay içinde görürler.



Okunuşu:



Enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve âllemeke mâ lem tekûn tâ’lem.

 
Anlamı:


Allah sana kitabı ve hikmeti inzâl etti ve bilmediklerini öğretti.



Bilgi:





Rasûl-i Ekrem efendimiz aleyhi’s-selâm’a gelen bu âyet-i şayet günde üç yüz defa okumağa devam edersek, ilim ve sistemi kavrama yeteneğimizin şaşılacak ölçüde gelişmeye başladığını hayretle farkederiz.


Okunuşu:



Allemel insane ma lem yâ’lem

Anlamı:



İnsana bilmediklerini öğretti



Bilgi:



Bu âyet-i kerîmeyi dahi günde üçyüz defa okuyanlar denenmiştir ki kısa zamanda büyük gelişme göstermişlerdir. Unutmayın Allâh’a yakîn ilimle elde edilir!..



Okunuşu:



Ve kezâlike evhaynâ ileyke ruhan min emrina; ma künte tedriy melkitabu ve lel imanu ve lâkin ceâlnahu nura, nehdiy bihi men neşâu min ibadina; ve inneke letehdiy ilâ sıratın müstakıyma.



Anlamı:



İşte sana buyruğumuzla Ruh’u gönderdik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin önceleri. Biz O’nu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete ulaştırıcı nur eyledik. Şüphesiz ki sen de sıratı mustakıyme hidayet edersin.



Bilgi:



Ruhaniyetin güçlenmesi, basîretin keskinleşmesi, verilenlerin daha iyi değerlendirilebilmesi ve çevreye daha yararlı olunabilmesi için okunması tavsiye edilen bir âyettir, bu yazdığımız âyet.



Şartları elverişli olanın, bir yetiştirici kontrolunda, elinden geliyorsa oruçlu olarak günde 1000 (bin) defa olmak üzere kırk veya seksen gün devam edilmesi tavsiye olunmaktadır. Biz, zamanında hayli nimetine kavuştuk. Dileyene tavsiyemizdir.


Okunuşu:



Kemâ erselnâ fiykum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtina ve yüzekkiykum ve yuallimukumul kitabe vel hikmete ve yuallimukum ma lem tekûnu tâ’lemun.
 Anlamı:



Size İÇİNİZDEN bir RESÛL irsâl eyledik ki sizi arındırıyor (temizliyor), size kitab ve hikmeti öğretiyor, bilemediklerinizi bildiriyor.


Bilgi:



Bakara sûresinin bu âyetini (151) yukarıda vermiş olduğum âyet-i kerîme ile birlikte bana öğreten, Abdülkerîm Ceylî hazretleridir. Bunlara devam ile sayısız faydalar hasıl oldu. "KİTABI OKUMADA", hikmete ermede, hiç aklıma gelmeyecek olan şeylerin sırlarına ermemde Takdiri Huda ile âyetlere devam etmenin çok büyük faydalarını gördüm!..



Biz fanîyiz, kısa bir süre sonra aranızdan ayrılır gideriz; ama isteriz ki biz de nîcelerinin hayra hikmete ermesine vesile olalım, ardımızdan üç ihlâs bir fatiha ile, "Allâh râzı olsun" diyenlerimiz olsun!



Bu sebeble, çok istifâde ettiğim bu âyetleri burada sizlere açıklıyorum. Arzu edenler bu âyetlere günde yüz defa devam ederler!. Veya daha alâsı, önce birini günde bin defa ve oruçlu olarak kırk veya seksen gün devam ederler; sonra onu günde yüz defaya düşürüp ikincisini gene günde bin defa olarak kırk veya seksen gün yaparlar; sonra da her ikisine günde yüzer defa olarak devam ederler.



Kesinlikle bilelim ki bu âyetler Kur’ân-ı Kerîm’deki en değerli mücevherlerden ikisidir!..



Allah kolaylaştıra!..


* * *

26 Haziran 2011 Pazar

Kalbin İlacı Zikrin Nurudur





Hasan-ı Basri k.s. Hazretleri’ne birisi:


- Ey Hasan, gönlüm kasvetle dolu. Ne yapayım? deyince,

- Allah’ın zikri ve Rabbine tevbe, istiğfar ile yumuşat, buyurmuştur.



Nefis pak olup, kalp de münevver olursa o zaman Rahman’ın kokusu gelir. Necis olan nefsin kokusu sahibinde bulundukça, yaptığı amellerin nuru semaya ulaşmaz. Böyle amel, sahibine istenilen faydayı vermez. Dualar makbul olmaz. Allah’a ancak pak bir gönül ve pak bir dille yaklaşabiliriz.


Zikrin bir kudsiyeti vardır. Zikreden zakire Allah katından indirilen bir feyz vardır. Onu anlatmak adet olmamış. İşleri, işaretleri anlatılmış; şifaları, halleri gösterilmiş. Esrarını Rabbim bilir.


Her zikredene bir “lebbeyk” diyen vardır. Çünkü kim Allah’ı zikrederse muhakkak onun zikrine buyur kulum denir.
Zikredememek nefsin işidir. Zikrettirmemek nefsin ustalığıdır. Şeytanın hıyanetidir. Çünkü zikir ile nefsin helâk olacağını bilir.
Bir adamın beşbin kere meşakketle , zorla nefsine çektirdiği zikir, muhabbetle çekilen yüzbin zikirden daha faziletlidir. Niye? Çünkü muhabbetle çekenin mücahedesi zahmetle çekeninkinden azdır. Muhabbetli çektiği için feyzi çok olur. Zahmetle çekenin de Allah katında sevabı ve yakınlaşması çok olur.


Zikir, tasavvufun meyvesidir, müridin bineğidir. Şeytanı öldürmek için en iyi silahtır.


Arifler, zikrin kudsiyetini , nurlu olmasını kalbin cilasına ve nefsin ıslahına bağlamışlar. Onun için ahir zamanda zikredenler az oldu. Namazlarda zikredenler az oldu, camilerde zikredenler az oldu. Çünkü cins cinsi çeker.


Eğer sen tevbe eder, bir kâmil mürşidle nefsinin ıslahına ve kalbinin cilasına çalışırsan, o mürşid sana zikir verir.
Zikir, tevbe niyetiyle, ıslah niyetiyle çekildiği için, nuru ağzın ve kalbin pis kokusunu izale eder. “Soğan ve sarmısak yiyen camiye gelmesin” emrine binaen insan nasıl karanfil, tarçın ve daha nice çeşit kokuyla kötü kokuyu gidermeye çalışıyorsa, zikrin nuraniyeti de kalbin ve nefsin kötü kokusunu izale eder.

Hocalar sevap kastıyla zikretmeyi çok tavsiye etmişlerdir. Ama sevabın ötesinde asıl fayda nefsin ıslahı, terbiyesidir, Allah’a yakınlaşmadır. Fakat zikreden ne kadar çok zikrederse etsin, kendi vasıfları bozulursa, zikri de kalitesi düşük meyve gibi olur. Sevabı vardır elbette, ama özürlü ağacın meyvesi gibidir.



Tevbe-i nasuh ile tevbe edip yüzünü Allah’a çevirenin, kâmil bir velinin huzurunda inabe tevbesiyle, nasuh tevbesiyle nefsinden utanıp Allah’a sığınanın zikri ise, gönüle merhem, nefsin ıslahına vesile olur.



Emekli yarbay

Mehmet Ildırar

3 Şubat 2011 Perşembe

Mutluluğun formülü 40 ayette saklı

1- İsra 37: Kibirli olma, alçakgönüllü davran.


2- Müddesir 1-5: Kendini fazla abartma.


3- Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini asla unutma.


4- Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma.


5- Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.


6- Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştırma.


7- Muhammed 7: İyiliği karşılık beklemeden yap.


8- Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Çevrenin mutluluğu için gayret göster.


9- Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş.


10- Bakara 263: Yaptığın iyilikleri unut. Anlatarak onları kıymetsizleştirme.


11- Furkan 63: Sana yapılan kötülüğün karşılığını vermek yerine. Öfkenin dinmesini bekle.


12- İnşirah 1-3: Seni huzursuz edecek işlerden uzak dur. İhtirasını törpüle.


13- Maun 4-5: Eleştirinin keskin bir bıçak olduğunu unutma. Söyleyeceklerini iyi tart.


14- Mücadele 7: Hiçbir sırrın sonsuza kadar gizli kalamayacağını unutma.


15- Rahman 7-9: Çıkarcı olma. Adil davran.


16- Tekasür 1-2: Kibrine yenilip hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme.


17- Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.


18- Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla.


19- Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var.


20- Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Onları küçük çıkarlar için asla feda etme.


21- Haşr 10: Muhatabına güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol.


22- Kalem 1-2: Yazdıklarının ve yaptıklarının peşini bırakmayacağını unutma. Gücünü insanların yararına kullan.


23- Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil.


24- Saff 2: Yalandan uzak dur.


25- Yusuf 32-33: Modern hayatın çarpıklaştırdığı kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme.


26- Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma.


27- Al-I İmran 92: İyilik yapma arzunu, şarta bağlama. Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır, asla unutma.


28- En'am 50: Önyargılarla hayatı kendine zehir etme.


29- En'am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın.


30- Felak 1-5: Korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.


31- Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama.


32- İbrahim 42: Merhametli olmaktan asla vazgeçme.


33- İsra 23: Anne ve babana 'üff' bile deme.


34- Nisa 149: Kendini sürekli övmekten uzak dur.


35- Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını Kabul et.


36- Enfal 56: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma.
[
37- Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme.


38- Necm 3: İnanma duygunu diri tut.


39- Nisa 58: Karar verirken, vicdanının sesini duymazlıktan gelme






40- Fatiha-1: Alemleri ve seni yaradan Rabbine daima teşekkür ve hamd duygularıyla dolu ol...

7 Ocak 2011 Cuma

DUA VE DUA ADABI

Dua; kulun Allaha yaklaşma vesilesi, ibadeti,
Dua, kulun acziyetini, Rabbinin ise yüceliğini itirafı,
Dua, kulun ait olduğu yeri bilmesi ve bunu devam ettirmesi
Dua, muhtaç olanın müstağni olandan talebi,
Dua, kulun Allah katında değer kazanması, tevazu ile yükselmesi, “De ki, dualarınız olmasaydı Allah size ne diye değer verecekti” (Furkan,77)
Dua Adabı:
1-Yalvararak yakararak: Tadarruav ve hufya
· İnsana el açıp yalvaran küçülür(dilenci), Allah’a yalvaran yükselir(Abid).


2-Talep bir ibadetin bedeli olarak görülmemeli, Allah’ın yüce katından ve sonsuz hazinesinden istenmeli,
· Ferisinin duası: Allah’ım! Ben saduki gibi değilim, benim talebimi karşılamalısın.”


3-İstenen şey için gerekli olan ön hazırlık yapılmalı, vesilelere baş vurulmalıdır. Önce fiili dua sonra kavli dua
· Gayret bizden,başarı Allah’tandır. Çiftçinin tarlasını ekip Allah’tan bereket istemesi,öğrencinin dersine çalışıp sınavda başarılı olma isteği, sanayicinin üretmesi, esnafın ticaret kurallarına göre ticaretini yapması fiili dua kapsamına girer.
· Ben bu işleri yaptıktan sonra duaya ne hacet kaldı diye düşünülmemelidir. Çabanın neticesinden faydalar elde etmek için de Allah’tan gelecek sağlık ve afiyete ihtiyaç vardır.


•Mevlana teslimiyetçi bir derviş hikayesi anlatıyor:


Dervişin biri topal bir tilkinin aslanın artıkları ile yaşamını sürdürdüğünü müşahede ediyor. Topal bir tilkinin rızkını veren Allah benim rızkımı da haydi haydi verir diye düşünüyor. Mevlana diyor ki: Behey gafil. Kendini topal tilkiye benzeterek aslan artığı bekleyeceğine neden aslan olup kendi rızkını kazanması düşünmezsin. Sana topal tilki olmak değil aslan olmak yaraşır.


4-Duadan hemen sonuç beklememeliyiz ve dua ediyoruz ama kabul olmuyor diye düşünmemeliyiz.
· Bizim dua ediyor oluşumuz Allah’ın bizi yüksek huzuruna kabul etmesidir. Huzura kabul eden bir gün duayı da kabul eder. Allah, “Dua edin ki kabul edeyim buyur muyor mu?”


•Duamıza hemen cevap verilmemesinin birkaç sebebi olabilir:


a) Duanın o an için kabulü bizim için hayırlı olmayabilir.


b) Allah kendisine olan sadakatimizi sınıyor olabilir.


c) Duaya devamla daha çok dua karşılığı daha çok vermek istiyor olabilir.


d) Belki de duamıza icabet edildi yada başka bir cihetten karşılık verdi de biz farkında değiliz.


e) Belki de duamıza mükafat nevinden ahirette karşılık verilecektir.


· İsrailoğullarından bir kişi “Ben çok günah işledim ama Allah beni cezalandırmadı” diyor. Allah o kişinin peygamberi aracılığıyla haber gönderiyor. “Onun bana yönelmemesi, dua etmemesi de bir cezadır.” Yani, adama yüksek huzurdan men ve mahrumiyet cezası verilmiş.


5-Duada somut bir takım isteklere yer verilmemelidir. Bana şu kadar para ver, şu şöyle bir ev ver, filan kişi ile evlenmeyi nasip eyle gibi. Benim için hayırlı olacaksa nasip eyle denilebilir. Daha genel ifadelere yer vermeliyiz. “Bize dünya ve ahirette iyilik ve güzellik ver. Rabbena Atina nın tercümesi…


6-Duada herkese dua edilmelidir. Şahsımıza, anne babamıza, akraba ve komşularımıza, dostlarımıza sevdiklerimize bütün mü’minlere,vatanımıza, milletimize ve mazlum bütün insanlara…Rabbenağfirlinin Türkçesi…


7-Dua için belli zamanları takip edebiliriz: Farz namaz sonrası, ezan sonrası,kandil geceleri, bayram geceleri,Cuma günü.


8-Duaya Allaha hamdü sena resulüne salatü selamla başlanır. Dua ayetlerini ve mesnun olan duaları okumak müstehaptır. Ardından biz içimizden geldiği gibi diğer isteklerimizi de Allah’a arz edebiliriz.


9-Duamızın kabulü için bir fakire sadaka da verilebilir.


10-Dua yaparken devam eden bir günahımız, üzerimizde haram nevinden bir şey olmamalıdır.


Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor:· Şu üç zümrenin duası kabul olmaz: Ebeveynine asi olanın, içki içmeye devam edenin, ihtiyar zaninin,


· Şu üç zümrenin duası da reddolunmaz: Adil devlet başkanının halkına duası, anne babanın evladına duası, misafirin duası/ mazlumun duası.




Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste denilmiştir.
· Peygamberimiz birkaç kez beddua da etmiştir. Olur olmaz yer ve zaman da beddua etmemek gerekir. Dilinizi bedduaya alıştırmayınız. Peygamberimiz “Bi’ri maune vkasından sonra beddua için sabah namazının ikinci rek’atının rukuundan sonra konut dualarını okumuştur.
Allah her birimizi duası müstecap olanlardan eylesin.


Mukadder Arif YÜKSEL