13 Ekim 2011 Perşembe

Mübarek Cuma'nızı en kalbi duygularımla tebrik ediyor

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


“SELİM BİR KALP” (إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ)



“Ancak Allah’ı inkârdan, iki yüzlülükten, cehalet ve kötü ahlâktan arınmış temiz, saf bir kalp ile, aklıselim ile, iman, ilim, güzel ahlâk ve sâlih amelle Allah’ın huzuruna gelenler o gün mahcup olmaz.”



Cenâb-ı Allah (Celle Celâlüh) yukarıda metni verilen ayeti kerimede buyuruyorlar:



“O gün (hayra harcansa da) ne hiçbir malın, ne de(şefaat edebilecek mertebede bile olsa) ‘evlatların’ oğulların (hiçbir kimseye) fayda veremeyeceği! Ancak o kimse müstesna ki (kâfirlik ve münafıklık gibi manevi hastalıklardan tamamen kurtulmuş) Allah’a selim bir kalple gelen müstesnâ!”
(Şuarâ: 26/88-89)






Zira, kâinatın sahibini inkâr eden bir kalb küfür içindedir ve kat’iyyen pak olamaz. Aslında insanî değerlere saygılı olmak çok önemlidir. Ancak, hem o değerleri gerçek yüzleriyle idrak hem de bu idrakin sürekliliği, insanın insanlığının esası olan imana bağlıdır. Îmân olmayınca bütün iyilikler, güzellikler, faziletler ya yalan olur gider veya süreksizdir.. Dolayısıyla da değersizdir.






Hem, nasıl bir insan, memleketine, hatta insanlığa çok faydalı bazı hizmetlerde bulunsa; fakat o zat memleketi idare edenleri ve o memleketin kanun ve nizamlarını tanımayacağını söylese, zannediyorum böyle biri, hemen derdest edilir ve cezalandırılır. Daha önceki faydalı işleri, hizmetleri hiç mi hiç nazara alınmaz. Öyle de, Kâinatın Sahip ve Malikî’ni tanımayan bir insan, vatan ve milletine ne kadar da faydalı olursa olsun, âhirette derdest edilip cezalandırılır ve yaptıkları ona hiçbir fayda getirmez.






Ebu Talib, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)i tâ çocukluğundan itibaren yanına aldı, 48 sene himaye etti.. ve hep O’na arka çıktı ve kimseyi O’na dokundurtmadı. Ama buna rağmen, iman etmediği için O İlâhî teminatı kazanamadı. Hatta Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), başı bir kuşun tüyleri gibi kıvırcık kıvırcık bembeyaz olmuş babası Ebu Kuhafe’yi alıp, Efendimiz’in huzuruna getirdiğinde, Ebu Kuhafe Efendimizin dizlerinin dibine oturmuş, geç de olsa, oğlunun girdiği nurlu yola girmiş ve Müslüman olmuştu.






Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem); “Niçin ağlıyorsun, baban hidayete erdi ya” diye sorunca da, Hz. Ebu Bekir’in cevabı şu, olmuştu: “Ya Rasûlallah! Babamın yerine şu kelime-i tevhidi söyleyenin Ebu Talib olmasını çok arzu ederdim!” Hz. Ebubekir neden böyle düşünmüştü demeyin; çünkü Ebu Talib Efendimiz (s.a.v.)’i himaye edenlerin başında idi, O’nu bağrına basmış ve: “Git, bildiğini yap, ben sağ olduğum müddetçe Sana kimseyi dokundurmam.” demişti. Ayrıca çocuklarından Haydar-ı Kerrar Hz. Ali’yi (Radiyallahu Anh) ve Mute’nin kahramanı Cafer (Radiyallahu Anh)’ı. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in emrine vermiş, vermiş ve onları en emin ele teslim etmişti. Ama bütün bunların Ebu Talib’e hiçbir faydası dokunmamıştı. İşte bütün mesele burada! Evet, eğer bir insan imanla gitmişse, yaptığı bütün yararlı işler onun hesabına işe yarar; aksine en güzel şeyler bile heba olur gider...






Bu manada kalb selimliği çok önemli bir husustur. İnsanlar birçok iyilik yapabilir; civanmert davranabilir ve hayra koşabilir-ler. Ne var ki, evvelâ kalbin şirkten, küfürden ve dalâletten kurtulması şarttır.






İkincisi ise, o kalbin İslâmiyet ile mamur ve Kur’an ahlâkı ile donanmış olması lazımdır. Şayet, kalb Kur’an’ın tarif buyurduğu ve teklif ettiği ahlâk ile mamur değilse, o selim bir kalb değildir.






Bütün bunlardan sonra Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in yüce ahlâk ve ulvî seciyeleri de kalb-i selimin tezahürleridir. Bir insan, ahlâkını Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in ahlâkına uydurduğu ölçüde selim kalbe sahip sayılır. Aksine kendi kendini aldatmış olur. Ümid ediyoruz ve Rabb’imizden niyazda bulunuyoruz ki bizi O’nun yüce ahlâkıyla serfiraz kılsın..!






Bugün, İslâmiyet’e hizmet eden müminler, öyle ümit ediyoruz ki (İnşallah) ellerinden geldiğince ibadet-ü taatte bulunmakta ve onunla gönüllerini mamur kılmaya çalışmak-tadırlar.

Aynı zamanda, insanların dünyevî ve uhrevî saadetlerini temin maksadına matuf olarak da çok defa kendi maddi manevî füyûzat hislerinden fedakârlıkta bulunmakta ve kendi yaşama zevklerini, yaşama nazlarını bir tarafa iterek, başkalarını yaşatma, onları mesud etme arzu ve iştiyakıyla gerilime geçmekte, küheylanlar gibi koşmaktadırlar.






Bir yerde bir araya geliyorlarsa, bu sadece ve sadece hizmet düşüncesini, hizmet azmini kuvvetlendirmeye matuftur. Evet, kulak verip onların heyecanlarını dinlediğiniz zaman, sinelerinin “i’lâyı Kelimetullah” mülahazasıyla attığını duyacak ve bunların o va’dedilen zatlar olduklarını anlayacak ve hissedeceksiniz.

Siz ve gelecek nesiller, bu fedakâr ruhlarla her zaman iftihar edeceksiniz. Zira onlar gelecek adına dirilişimizi tekeffül etmiş, desteklemiş ve omuz vermiş gerçek mü’minlerdir. Ve işte bunlar, selim ve sâlim kalb sahibi insanlardır.






Selim ve sâlim bir kalb mevzuu çok mühimdir, çünkü Kur’ân-ı Kerim âyetleri onu mal ve evladın karşısına koymuş ve: “Mal ve evlat fayda vermez, o gün ancak selim bir kalb fayda verir” buyurmuştur.






İyi yaşamış mısın? İyi ölmüş müsün? İyi dirilebilecek misin? Livaül-Hamd’in yolunu bulabilecek misin? Kevserin başına ulaşabilecek misin? Efendimiz, seni uzaktan görüp, tanıyacak mı? Senin ahiretteki durumun, bütün bu sorulara ve daha başkalarına vereceğin cevaba bağlıdır.

Zira Allah Rasûlü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): “Ben benimkileri tanırım” buyurur. Nasıl tanıyacağı sorulunca da: “Sizin alnı beyaz, ayakları sekili atı, yüzlerce ve binlercesi arasından tanıdığınız gibi ben de benimkileri abdest azalarından tanırım.” cevabını verir. Allah Rasûlü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) sizi, alnınızdaki “Sîmahum fî vücuhihim min eseris-sücûd” (Feth: 49/29) âyetiyle “Yüzlerindeki alâmetleri ise, secde eserlerindendir.” mühürlenen damgadan tanıyacaktır.

Ebû Hureyre (Radiyallahu Anh), kollarını omuzlarına kadar yıkıyordu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da: “Abdest azalarının nurunu arttırmak istediğim için” cevabını veriyordu. İşte bütün bunlar selim bir kalbe sahip olmanın tezahürleridir.






Selim bir kalp, ahlâkî ve akîdevî hastalıklardan arınmış, Allah’a ve Rasûlü’ne itaatle huzura kavuşmuş olan kutsî bir makamdır. Cenab-ı Allah (Celle Celâlüh) bizleri ve tüm Müslüman kardeşlerimizi kalb-i selim olanlardan eylesin. İnşallah.


ÂMİN



Bu duygu ve düşüncelerle; Mübarek Cuma’nızı en kalbi duygularımla tebrik ediyor. Âlem-i İslam’ın, kurtuluşuna vesile olması temennisiyle… Cenab-ı Hakk’dan iki cihan saadetleri niyaz ediyorum..



14.10.2011

HÜSEYİN BULUT



Hiç yorum yok: