KANSERİN ÖLÜMÜ
-
Şunu bilin ki, KANSER diye bir hastalık yok!.. Kanser, sadece vitamin B17
eksikliği!...
Başka bir şey değil!..
Kemoterapi, ameliyat veya değişik ağır hapl...
26 Temmuz 2008 Cumartesi
'''dua'''
"O takvâ sahipleri ki, görmedikleri halde Allah'a ve Onun bildirdiklerine îmân ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar." Bakara Sûresi: 2/3
"Allah Teala hazretleri bir kulun hayrını diledi mi ölümünden önce salih amel işlemede muvaffak kılar." Tirmizi, 2134 30 .
Ya Rabbi!
Eğer imanıma bir şüphe girmiş ben de ondan tövbe etmemişsem ihlasla derim ki : Allah'tan başka yaratıcı yok, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
Eğer bilmeden Müslümanlığıma küfür karıştırmışsam, derim ki: Allah birdir, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
Eğer Allah'ı birlememe şirk girmişse, ben de bunun farkında değilsem ihlasla derim ki: Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
Eğer bilmeden seni tanımamda yanlışım varsa derim ki: Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
Eğer bilmeden amelime riya ve kendimi beğenme duyguları karışmışsa derim ki: Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
Eğer farkında olmadan kalbime küçük ve büyük günahların fitnesi girmişse derim ki: Allah bir, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ya Rabbi!
İmanımı gönülden tazeleyerek, ihlasla derim ki: Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulüdür.
Ey diri olan!
Ey ebedi var olan!
Ey izzet ve ikram sahibi olan!
Ey gücün, şerefin ve büyüklüğün sahibi olan Allah'ım!
Halimi düzelt, işlerimi güzelleştir, beni bela ve fakirliğin acılarından koru, düşmanların şerrinden, şeytanın aldatmasından, nefsin arzularından, saptıranların saptırmasından beni koru ey Rabbim!
Ya Rabbi!
Beni çok ibadet eden salihlerden ve şükreden zenginlerden eyle... dini ve dünyevi bütün işlerimi düzene koy. Hayırlı nimetlerimi sonuna erdir.
Ya Rabbi!
Ömrümün son zamanlarında, ölüm anında kalbimi ve dilimi imanla doldur. Bana son anda; şehadet ederim ki, Allah birdir ve yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun elçisidir demeyi nasip et.
amin
'''efendimizin isimleri'''
Abdullah: Allah (cc)' ın kulu
Âbid: Kulluk eden, ibadet eden
Âdil: Adaletli
Ahmed: En çok övülmiş, sevilmiş
Ahsen: En güzel
Alî: Çok yüce
Âlim: Bilgin, bilen
Allâme: Çok bilen
Âmil: İşleyici, iş ve aksiyon sahibi
Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan
Beşir: Müjdeleyici
Burhan: Sağlam delil
Cebbâr: Kahredici, gâlip
Cevâd: Cömert
Ecved: En iyi, en cömert
Ekrem: En şerefli
Emin: Doğru ve güvenilir kimse
Fadlullah: Allah-ü Teâlanın ihsânı, fazlına ulaşan
Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran
Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran
Gâlip: Hâkim ve üstün olan
Ganî: Zengin
Habib: Sevgili, çok sevilen
Hâdi: Doğru yola götüren
Hâfız: Muhafaza edici
Halîl: Dost
Halîm: Yumuşak huylu
Hâlis: saf, temiz
Hâmid: Hamd edici, övücü
Hammâd: Çok hamdeden
Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan
Kamer: Ay
Kayyim: Görüp, gözeten
Kerîm: Çok cömert, çok şerefli
Mâcid: Yüce ve şerefli
Mahmûd: Övülen
Mansûr: Zafere kavuşturulmuş
Mâsum: Suçsuz, günahsız
Medenî: Şehirli, bilgilive görgülü
Mehdî: Hidayet eden, doğru yola erdiren
Mekkî: Mekkeli
Merhûm: Rahmetle bezenmiş
Mes'ûd: Mutlu
Metîn: Çok sağlam ve güçlü
Muallim: Öğretici
Muktedâ: Peşinden gidilen
Mübârek: Uğurlu, hayırlı, bereketli
Müctebâ: Seçilmiş
Mükerrem: Şerefli, yüce
Müktefî: İktifâ eden, yetinen
Münîr: Nurlandıran, aydınlatan
Mürsel: Elçilikle görevlendirilmiş
Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş
Muslih: Islah edeci, düzene koyucu
Mustafa: Çok arınmış
Müstakîm: Doğru yolda olan
Mutî: Hakka itaat eden
Mu'tî: Veren ihsân eden
Muzaffer: Zafer kazanan, üstün olan
Müşâvir: Kendisine danışılan
Nakî: Çok temiz
Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini
Nâsih: Öğüt veren
Nâtık: Konuşan, nutuk veren
Nebî: Peygamber
Neciyullah: Allah' ın sırdaşı
Necm(i): Yıldız
Nesîb: Asil, temiz soydan gelen
Nezîr: Uyarıcı, korkutucu
Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk
Nûr: Işık, aydınlık
Râfi: Yükselten
Râgıb: Rağbet eden, isteyen
Rahîm: Mü'minleri çok seven
Râzî: Kabul eden, hoşnut olan
Resûl: Elçi
Reşîd: akıllı, olgun, iyi yola götürücü
Saîd: Mutlu
Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan
Sâdullah: Allah' ın mübârek kulu
Sâdık: Doğru olan, gerçekci
Saffet: Arınmış, seçkin kişi
Sâhib: Mâlik, arkadaş, sohbet edici
Sâlih: iyi ve güzel huylu
Selâm: Noksan ve ayıptan emin olan
Seyfullah: Allah' ın kılıcı
Seyyid: Efendi
Şâfi: Şefaat edici
Şâkir: Şükredici
Tâhâ: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi
Tâhir: Çok temiz
Takî: Haramlardan kaçınan
Tayyib: Helal, temiz, güzel, hoş
Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri
Vâiz: Nasihat eden
Vâsıl: Kulu Rabb'ine ulaştıran
Yâsîn: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi, gerçek insan, insan-ı kâmil
Zâhid: Mâsivadan yüz çeviren
Zâkir: Allah' ı çok anan
Zekî: Temiz, akıllı.
alıntı....
21 Temmuz 2008 Pazartesi
Gülmekten Öleceksiniz
Ömer bin Hattab(r.a.)dan şöyle rivayet olundu.Cibril(a.s.)her zaman geldiği vaktin dışında Resulullah(s.a.v.)in yanına geldi.Bunu gören Resulullah(s.a.v.) kalktı: Ya Cibril ! Neden rengini değişmiş ve solgun görüyorum dedi.O da;Allah´u Teala cehennem ateşinin körüklenmesini şiddetli yandırılmasını emretti. Onun heyecanı ile geldim dedi.resulullah (a.s.)Ya Cibril bana cehennem ateşini anlat deyince Cibril cehennemi şöyle anlattı: Yüce Allah cehennemin yakılmasını emretti.Bin yıl yakıldı bembeyaz oldu.Sonra yine yakılmasını emretti,bin yıl daha yakıldı kıpkırmızı oldu.Tekrar emretti bin yıl daha yakıldı.Simsiyah oldu. O şimdi kapkara ve karanlıktır.Kıvılcımlarıın parıltısı gözükmez.Alevi sönmez.Seni hak dini ile gönderen Allah´a yemin ederim ki cehennemden dünyaya iğne deliği kadar bir delik açılsa sıcaklığından yeryüzündeki bütün canlılar ölür.Seni hak din ile gönderen Allah´a yemin ederim ki eğer cehennem zebanisi dünyadaki insanlara gözükse bütün insanlar ölür.Allah´ın kitabında vasfettiği cehennem zincirinin bir halkası dağların üzerine konulsa dağlar ezilir,yere batardı.
Bunları dinleyen Peygamberimiz(s.a.v.) Yeter ya Cibril daha fazla dinlemeye dayanamayacağım.Korkudan kalbim durup öleceğim dedi.Cibril´e bakıp onun da ağladığını görünce;Ya Cibril Allah katında yüce makam ve şerefin varken sende mi ağlıyorsun?dedi.Cibril de şu cevabı verdi:neden ağlamayım.Ben daha çok ağlamalıyım.Allah´ın ilminde,göründüğüm halden daha kötü bir halde olabilirim.İblis gibi korkunç imtihana çekilmeyeceğimi ne bileyim.O da meleklerdendi...ne bileyim.Belki Harut ve Marut´un düştüğü akibete düşerim deyince peygamberimiz(s.a.v.)uzun süre ağladı.Cibril ağladı,nihayet onlara şöyle bir ses geldi: Ya Cibril.Ya Muhammed(s.a.v.)Allah sizi günah işlemekten ve asi olmaktan emin kıldı.Bunun üzerine Cibril yükseldi gitti.Resulullah(s.a.v.) da çıktı.Ensardan bir cemaate uğradı.Gülüyorlar,eğleniyorlardı.Bu hali görünce onlara;Arkanızda cehennem olduğu halde nasıl gülüp eğleniyorsunuz.Eğer benim bildiklerimi bilseniz az güler,çok ağlardınız,boğazınızdan yemek ve su geçmezdi.Yollara çıkar Allah´a yalvarırdınız.´buyurdu.(Teberani)
GÜLMEK HERZAMAN MULULUK VERMEZ ÖYLE DEĞİLMİ?
PEKİ ŞİMDİ SORUYORUM
HALEN GÜLÜYORMUSUNUZ?
GÜLMEK SİZE RAHATLIK VERİYORMU?
Bunları dinleyen Peygamberimiz(s.a.v.) Yeter ya Cibril daha fazla dinlemeye dayanamayacağım.Korkudan kalbim durup öleceğim dedi.Cibril´e bakıp onun da ağladığını görünce;Ya Cibril Allah katında yüce makam ve şerefin varken sende mi ağlıyorsun?dedi.Cibril de şu cevabı verdi:neden ağlamayım.Ben daha çok ağlamalıyım.Allah´ın ilminde,göründüğüm halden daha kötü bir halde olabilirim.İblis gibi korkunç imtihana çekilmeyeceğimi ne bileyim.O da meleklerdendi...ne bileyim.Belki Harut ve Marut´un düştüğü akibete düşerim deyince peygamberimiz(s.a.v.)uzun süre ağladı.Cibril ağladı,nihayet onlara şöyle bir ses geldi: Ya Cibril.Ya Muhammed(s.a.v.)Allah sizi günah işlemekten ve asi olmaktan emin kıldı.Bunun üzerine Cibril yükseldi gitti.Resulullah(s.a.v.) da çıktı.Ensardan bir cemaate uğradı.Gülüyorlar,eğleniyorlardı.Bu hali görünce onlara;Arkanızda cehennem olduğu halde nasıl gülüp eğleniyorsunuz.Eğer benim bildiklerimi bilseniz az güler,çok ağlardınız,boğazınızdan yemek ve su geçmezdi.Yollara çıkar Allah´a yalvarırdınız.´buyurdu.(Teberani)
GÜLMEK HERZAMAN MULULUK VERMEZ ÖYLE DEĞİLMİ?
PEKİ ŞİMDİ SORUYORUM
HALEN GÜLÜYORMUSUNUZ?
GÜLMEK SİZE RAHATLIK VERİYORMU?
Veda Hutbesi
PEYGAMBER EFENDİMİZİN(S.A.V)
Son Hac Ziyareti Sırasında İrad Ettiği
VEDA HUTBESİ
"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise ,bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise ,bu şehriniz (Mekke)nasıl bir mübarek şehir ise ,canlarınız,mallarınız,namuslarınızda öyle mukaddestir,her türlü tecavüzden korunmuştur.
"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız.O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir.Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın.Olabilir ki burada bulunan kimse ,bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa ,onu hemen sahibine versin.biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın faizidir.lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.
"Ashabım! "Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır ,ayağımın altındadır.cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır.Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
"Ey insanlar! "Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız .
"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız .Sizin kadınlar üzerinde hakkınız ,kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır .Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri.
,hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır.Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları ,meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum ,onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız .O emanetler Allah'ın kitabı Kur' an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz .Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malı da helal olmaz.Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
"Ey insanlar! "Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir.Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah'ın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın.Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder .
"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir .Babanızda birdir .Hepiniz Adem'in çocuklarısınız .Adem ise topraktandır.Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır .Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar .Hesapları ise Allah'a aittir.
"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz".Bunun üzerine Resul'i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı ,sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;
"Şahid ol Yarab!Şahid ol yarab!Şahid ol yarab!"
Son Hac Ziyareti Sırasında İrad Ettiği
VEDA HUTBESİ
"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise ,bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise ,bu şehriniz (Mekke)nasıl bir mübarek şehir ise ,canlarınız,mallarınız,namuslarınızda öyle mukaddestir,her türlü tecavüzden korunmuştur.
"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız.O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir.Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın.Olabilir ki burada bulunan kimse ,bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa ,onu hemen sahibine versin.biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın faizidir.lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.
"Ashabım! "Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır ,ayağımın altındadır.cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır.Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
"Ey insanlar! "Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız .
"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız .Sizin kadınlar üzerinde hakkınız ,kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır .Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri.
,hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır.Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları ,meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum ,onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız .O emanetler Allah'ın kitabı Kur' an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz .Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malı da helal olmaz.Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
"Ey insanlar! "Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir.Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah'ın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın.Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder .
"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir .Babanızda birdir .Hepiniz Adem'in çocuklarısınız .Adem ise topraktandır.Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır .Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. "Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar .Hesapları ise Allah'a aittir.
"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz".Bunun üzerine Resul'i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı ,sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;
"Şahid ol Yarab!Şahid ol yarab!Şahid ol yarab!"
HZ. MUHAMMEDİN HAYATI (S.A.S) SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ
HZ. MUHAMMEDİN HAYATI
PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU
Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.
PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A GELDI
Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.
Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.
PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH
Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş ,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.
PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI
Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.
Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.
Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.
Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::
Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma bint-i Haris.
Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.
Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.
Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.
Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.
Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.
Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.
Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.
Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.
HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.
Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı.Sonra da söyle hitap etti:
``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah, Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.
Her canlı varlık ölecektir. Bende öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.
Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.
Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in yanında kaldı.
PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü.
PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.
PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI
Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.
KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.
Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere ediyorlardı.
Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.
Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;
Teklifine göre ,mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu
PEYGAMBERIMIZIN DOGUMU
Peygamberimiz Fil vakasından 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri ağarırken, Mekke`de doğdu.
PEYGAMBERIMIZ DOĞDUĞUNDA BAZI HADISELER VUKU A GELDI
Peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazılarını söyle sıralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. Peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini ,yere dayamış başını semaya kaldırmış olarak doğdu.Peygamberimiz doğduğu zaman ,bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece,Ahmed doğmuştur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.
Peygamberimiz doğduğu gece Kisranin sarayından on dört şerefe yıkıldı İranlıların,bin yıldan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su bastı.Iran Sahi, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü,ve telaşa düştü.
PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH
Peygamberimizin babası Hz. Abdullah Kureyş’in ileri gelen delikanlılarından idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu.Mekkenin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı.Babasına o kadar itaatliydi ki babasının izinden hiç çıkmazdı.Hatta birinde babası Abdulmuttalip Allaha dua etmiş ve ``Allahım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim``demiş ,on evladı olunca da Allaha verdiği sözü tutmak için oğlu Abdullahı kurban etmek istemiştir.Oğlu Abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir Etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vaz geçmiş onun yerine 100 Adet Deve kurban etmiştir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. Medine’de dayısı Beni Adiy bin. Neccarin yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettiği zaman Peygamberimiz henüz Anne karnında altı aylıktı.
PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI
Yeni doğan çocukları süt anneye vermek; Kureyş ve sair Arap eşrafının adeti idi.
Bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında ,özellikle ,havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yasayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu,siki etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke`ye gelirler,çocukları alıp götürürlerdi.
Peygamber efendimizi(A.S) Ben`i Sa`d b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.
Peygamberimizin Süt kardeşleri şunlardır::
Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Şeyma bint-i Haris.
Peygamberimizi Yetim olduğu için Arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti.Peygamberimizi aldıktan sonra Halime ve Ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.
Bunlardan bazılarını Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;`` İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben, kır merkebimin üzerinde idim.Yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı,bize bir damla süt vermiyordu.
Üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden cıkartıyordu.Nihayet Mekke’ye varıp emdirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. İçimizden hiç bir kadın Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdireceğimiz çoçuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.
Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karşılaştım,bana; İsmin nedir ?diye sordu.
Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için Beni Sa`d kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,``bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım``dedim.
Hemen kocamın yanına döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldım.
Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimizi,yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeğe,davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.
Peygamberin Çocukluğu daha değişikti. Daha iki Aylık iken,her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu.Üç Aylık olunca Day durmaya çalışıyordu.Dört Aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu.Beş Aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Altı Ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı.Yedi Aylık iken her tarafa gidebiliyor,koşabiliyordu. Sekiz Aylık iken,konuşuyor,konuşulanı anlayabiliyordu.On Aylık iken Ok atabiliyordu. İki Yılı doldurduğu zaman,oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, Yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.
HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz. Amine Peygamberi de yanına alarak Medine’deki Neccar oğullarından olan Dayılarını ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.
Hz. Amine, Mekke’ye gelirken, yolda hastalanıp Evba köyünde durakladi.Başucunda duran Peygamberimizin yüzene baktı.Sonra da söyle hitap etti:
``Ey çekilen dehşetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatin oğlu!Allah, Seni,mübarek ve devamlı kilsin! Eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafından,Adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alıkoyacaktır.
Her canlı varlık ölecektir. Bende öleceğim.Fakat temelli anılacağım Çünkü, temiz bir oğul doğurmuş,arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir.
Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.
Dünyada,böylece Babasız ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz bırakmadı: Önce dedesi Abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası Ebu Talib-in yanında kaldı. Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar,Dedesi Abdulmuttalibin yanında,sekiz yaşından sonra da Amcası Ebu Talib-in yanında kaldı.
PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. Ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortağı idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureyşilerden tuttuğu, başka bir zatıda, Peygamberimizin yanına kattı. Hazreti Hatice yapacağı her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice`nin ticaret Malını Şam`a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. Peygamberimizle Kervan halkı Şam`a gitmek için yola koyuldular: Şam topraklarından Busraya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra,Mekke’ye yardımcısı olan Meysele ile birlikte geri döndü.
PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz hazreti Hatice adına ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmişti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti Hatice ile evlendi.
PEYGAMBERIMIZIN COCUKLARI
Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocuğu,dört kız çocuğu doğmuştur Isimleri şöyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Mısırlı Maria`dan doğan Ibrahim`dir.
KABENIN KUREYŞILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadın, Kabe Hareminde buhurdanlıkta Öd ağacı yaktığı sırada , buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ilede Kâbenin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.
Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yıkmağa kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda meşvere ediyorlardı.
Am bu sırada Rum tüccarlarından birisine Ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu fırsat bilen Kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden Kabe inşaası için gerekli malzemeleri almış oldular.Ve Kâbenin inşaatına başladılar.
Hacerül Esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler ,birbirleriyle anlaşamadılar. Hatta işi okadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. Kureyşiler, Bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. Sonra Kureyşin yaşlılarından Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;
Teklifine göre ,mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. Bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak El-Emin`in hakemligine razıyız dediler.
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymuş oldu
Hadis-i Şerifler
Yaratılışla ilgili ...
"Hepiniz Âdemdensiniz, Âdem ise topraktandır." (Ebu Davud, Tirmizi)
İnsan hangi durum ve sosyal statüde bulunursa bulunsun, diğer insanlardan bir üstünlüğü bulunmadığını bilmelidir.
Şayet kendisinde onu üstün kılan nitelik varsa, onun kendi iktidarının ve meziyetinin neticesi değil, Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünmeli ve bu lütfu verenin, almaya da gücü bulunduğunu hatırından çıkarmamalıdır.
Yumuşak huyluluk
"Allah Teâlâ sertliğe vermediğini yumuşaklığa verir. Bir kulunu sevdiği vakit, ona yumuşak huyluluğu nasib eder. Yumuşaklıktan mahrum bir aile, Allah’ın sevgisinden mahrum demektir."
(Taberani)
Yumuşak ve nâzik olmak, sert davranışlardan uzak bulunmak, kişiyi toplumda herkese sevdirir. Çözümü zor pek çok meseleler yumuşaklıkla, nezaket ve tatlı sözlülük sayesinde halledilir.
Rıfk ve yumuşaklık, Peygamberimiz tarafından son derece övülmüştür. Mü’minler dünya ve âhiret hayrına erişmek için nâzik ve yumuşak olmaya teşvik edilmişlerdir.
Allah'tan (celle celaluhu) hâyâ etmek
"Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başını ve onda bulunan âzalarını (günahlardan) korumak, karnını ve onun içinde olanları muhafaza etmek, ölümü ve çürümeyi hatırlamaktır."
(Tirmizi, Taberani)
Gerçek hayâ, bütün âza ve duygularını günahlardan korumak, Allah’ın yasakladığı şeyleri işlemekten alıkoymak demektir. Bunun da yolu ölümü her an düşünmekten, kabri hatırlamaktan geçer.
Sadece insanlar gördüğü zaman yaptığı çirkin işten utanıp yüzü kızarmak, insanlar görmediği vakitler o gibi kötü şeyleri işlemekten sıkılmamak, hayâ sâhibi sayılmak için yeterli değildir.
Gerçek haya, insanlar görse de görmese de Allah’ın yasakladığı çirkin ve kötü davranışlardan uzak durmak demektir. Çünkü insanlar görmese bile, Allah görmektedir. Kendisinden utanılmaya en lâyık olan da O´dur.
Şu huyları tavsiye etti ...
Ebu Zerr Hazretleri (radıyallahu anh) şöyle demiştir:
"Çok sevdiğim Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bana şu huyları tavsiye etti:
1. Benden üstün olana değil, benden aşağı olana bakmamı, böylece hâlime şükretmemi,
2. Yoksulları sevmemi ve onlara yaklaşmamı (dertleriyle meşgul olmamı),
3. Bana gelmeseler dahi, yine akrabamı ziyaret etmemi,
4. Allah’a ibâdet ve dine hizmet hususunda birinin beni kınamasından korkmamamı,
5. Acı da olsa daima hakkı söylememi,
6. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh dememi... Çünkü bu söz, Cennetin hazinelerinden biridir."
(Taberani, İbn-i Hibban)
Tevekkül ederken ...
Asr-ı Saâdette bir gün bir adam devesini mescidin kapısına bırakıp içeri girmişti. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) ona sordular:
– Deveni ne yaptın?
– Kapıya bıraktım.
– Bir yere bağlayıp da mı bıraktın?
–Hayır, bağlamadım, sadece tevekkül edip Allah’a teslim ettim.
Resûlullah Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) bu tevekkül anlayışına cevabı şöyle oldu:
– Git deveni bağla, ondan sonra Allah’a tevekkül et...
(Tirmizi)
Hayat ancak âhiret hayatıdır ...
Hazreti Enes’den:
"Allah’ım, hayat ancak âhiret hayatıdır.
(Başka yok)."
(Buhari-6413)
Bu dünya hayatı, geçici ve biticidir. Yaşamın gayesi olamaz.
Dünyamız, insan için bir sınav salonudur. Hayatın gayesi Allah’a kulluk ve onun emir ve yasaklarına uygun bir hayat sürmektir. İnsan bu dünyada hayatının gayesini kabul edip etmeme sınavını vermektedir.
Gerçek hayat, gerçek mutluluk; geçici ve bitici dünya yaşamında değil, ölüm sonrası gidilecek olan ahiret âlemindedir. Bu dünya imtihanındaki başarı durumuna göre, insanı ya sonsuz bir mutluluk veya sonsuz bir mutsuzluk; yani ya cennet sarayları veya cehennem zindanları beklemektedir.
Şu 7 şey gelmeden önce acele edin ...
Resûl-u Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İyi işler yapmakta acele ediniz.
Siz korkmak ve gayrete gelmek için, şu 7 şeyin size gelip çatmasından daha kötü bir şey mi bekliyorsunuz?
Birincisi: Her şeyi unutturan fakirlik
İkincisi: Azdıran zenginlik
Üçüncüsü: Aklı ve vücut sağlığını bozan hastalık
Dördüncüsü: Muhakeme ve şuuru gideren ve insanı saçma sapan konuşturan bunaklık derecesindeki ihtiyarlık
Beşincisi: Ansızın gelen ölüm
Altıncısı: Korkulan istikbâl tehlikelerinin en fenası bulunan Deccalın fitnesi
Yedincisi: belâsı en büyük ve en acı olan kıyâmet..."
(Tirmizî/2307)
Bu 7 şey kendisine erişmeden mü’minin ibadet ve hayrını çoğaltmakta acele etmesi gerekir.
Dünya varlığında kimlere bakmalıyız …
Ebû Hureyre’den (radıyallahu anh):
Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Dünya varlığında, sizden aşağı durumda olanları düşününüz. Yalnızca sizden üstün ve iyi olanlara bakmayınız. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini küçük ve basit görmemeniz için bu, en uygun olanıdır."
(Buharî-Müslim)
Hadiste, dünyada mutlu ve huzurlu olmanın formülüne işaret edilmektedir. O da dünyalıkta, kendinden aşağı durumda olanlara bakıp üzerindeki nimetlerin farkına varmaktır. Her hal ve durumda, Allah’a şükür duygusu içinde olmaktır.
Yüz şehit ecri kazanmak ...
"Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük ederse ( yapışırsa ), ona yüz şehid ecri vardır."
(el-Bağavi, Hüseyin b. Muhammed eş-Şafi, Mesabihu’s-Sunne, I-II, Beyrut, ty. I, 40, no: 130; el-Munavi, Abdurra‘uf, Feyzu’l-Kadir, I-VI, Beyrut, ty. VI, 261. (no: 9171-9172); Ümmetin bozulduğu zaman sevapların çoğalağı konusu için bk. Taftazani, Mesud b. Ömer, Serhu’l-Makasıd, I-V, Beyrut 1988 I, 308; el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savaiku’l-Muhrika, Kahire 1385, s. 210.)
İşte bize çok büyük bir fırsat.
Hem o kadar şanslıyız ki: Daha annesinden doğduğu anda secdeye kapanıp ümmeti ümmeti diyen, Miraç mucizesinde Cebrail Aleyhisselâmı bile arkada bırakıp, Alemlerin Rabbi’nin karşısında bulunduğu bir anda dahi ümmetini unutmayan ve mahşerdeki dehşetten herkes hatta peygamberler bile nefsi nefsi, dediğinde yine ümmeti ümmeti, diye Allah’tan (celle celaluhu) ümmetini dileyen bir şefaat edicimiz, kurtarıcımız, peygamberimiz var.
O’nun şefaatine nail olabilmenin tek yolu ise O’nun sünnetine tabi olmaktır. O’nun sünnetini terk etmek bize hiç yakışır mı?
Bizler de yeniden doğalım, Efendimiz'i (aleyhissalâtu vesselâm) daha iyi anlamaya ve onun gibi yaşamaya çalışalım, en azından buna niyet ve azmedelim.
Yüce Mevlâ yukardaki hadisi şerife cümlemizi mazhar eylesin ...
Cennet ve Cehennem mukabelede bulunur ....
Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Kim üç kere (veya 7 kere) Allah’tan cennete girdirmesini isterse,
Cennet: ‘Allah’ım onu cennete girdir’ diye karşılık verir.
Kim de 3 kere (veya 7 kere) cehennemden kurtarması için Allah’a sığınırsa,
Cehennem: ‘Allah’ım, onu ateşten kurtar’ diye mukabelede bulunur."
(Tirmizi, Nesâi, İbn-i Mace, İbn-i Hibban, Hakim)
Sevap ve Mükafatımız ...
Hazreti Ömer’den (radıyallahu anh):
"Bir gün Resûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girmek için müsaade istedim. Hücre-i saadetine kabûl buyruldum. Kaba bir kilim üzerine yatmışlardı. Kilim küçük olduğu için, mübarek vücutlarının bir kısmı toprak üstünde kalıyordu. Başlarının altında, hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık vardı.
Selâm verip yanlarına oturdum. Daha sonra dayanamayıp sordum.
– Ya Resûlâllah, sen Allah’ın Peygamberi ve Habîbi (en sevdiği varlık) olduğun halde, niye bu vaziyettesin? Halbuki Kisrâ ve Kayser, altından divanlarda, ipek ve atlastan yataklarda yatıyorlar.
Bunun üzerine Resûlullah buyurdu ki:
– Onlar bütün nimetleri bu dünyada tadıyorlar. Halbuki bu dünya nimetleri çok çabuk biter. Biz ise öyle bir kavimiz ki, bütün sevap ve mükâfatımız âhirete kaldı.
(Hâkim)
Hakikat Noktasında Malımız ...
Abdullah İbnu’ş-Şihhîr’den (radiyallahu anh):
"Bir gün Resûlullah Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) yanına gittim. O sırada Tekasür sûresini okuyorlardı. Sûreyi tamamladıktan sonra şöyle buyurdu:
– Âdemoğlu, ‘malım, servetim’ diyor. Ey Âdemoğlu! Yeyip bitirdiğin veya giyip eskittiğin, yahut sadaka olarak verip önceden âhirete gönderdiğinden başka senin mal ve servetin var mı? (Geride bıraktığın senin değil, mirasçıların malıdır).
(Müslim/Zühd 34; Nesai/Vesâya 1; Tirmizi/Tefsir, Tekasür)
İnsanın mal ve servetinden "benim" diyebileceği kısım; yediği, içtiği, bir de sadaka olarak dağıttığı, Allah yolunda harcadığı miktardır.
Bunların dışında kalan mal ve servetin, ancak bekçisidir. Sahipliği görünüşte ve zâhirdedir. Çünkü o servet, kendisi ile gelmeyecek, vefat ettiğinde mirasçılara intikal edecektir. Şu halde insanın kullanamadığı, sahiplenemediği bir servet ile övünmesi boştur ve yersizdir.
Ahiret mutluluğu ...
Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ahiret mutluluğu, nefse zor gelen ibadet külfetleri ile çevrelenmiştir. Dünya ise, nefsin hoşuna giden gayr-i meşrû lezzetler ve şehvetler ile kuşatılmıştır."
(Taberani)
Dünyada cennet yolu, nefsin hoşuna gitmeyen külfetlerle kaplıdır. Cehennem yolu ise, nefsin gayr-i meşru lezzet ve şehvetleriyle çekici hale getirilmiştir.
www.resulullah.org
"Hepiniz Âdemdensiniz, Âdem ise topraktandır." (Ebu Davud, Tirmizi)
İnsan hangi durum ve sosyal statüde bulunursa bulunsun, diğer insanlardan bir üstünlüğü bulunmadığını bilmelidir.
Şayet kendisinde onu üstün kılan nitelik varsa, onun kendi iktidarının ve meziyetinin neticesi değil, Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünmeli ve bu lütfu verenin, almaya da gücü bulunduğunu hatırından çıkarmamalıdır.
Yumuşak huyluluk
"Allah Teâlâ sertliğe vermediğini yumuşaklığa verir. Bir kulunu sevdiği vakit, ona yumuşak huyluluğu nasib eder. Yumuşaklıktan mahrum bir aile, Allah’ın sevgisinden mahrum demektir."
(Taberani)
Yumuşak ve nâzik olmak, sert davranışlardan uzak bulunmak, kişiyi toplumda herkese sevdirir. Çözümü zor pek çok meseleler yumuşaklıkla, nezaket ve tatlı sözlülük sayesinde halledilir.
Rıfk ve yumuşaklık, Peygamberimiz tarafından son derece övülmüştür. Mü’minler dünya ve âhiret hayrına erişmek için nâzik ve yumuşak olmaya teşvik edilmişlerdir.
Allah'tan (celle celaluhu) hâyâ etmek
"Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başını ve onda bulunan âzalarını (günahlardan) korumak, karnını ve onun içinde olanları muhafaza etmek, ölümü ve çürümeyi hatırlamaktır."
(Tirmizi, Taberani)
Gerçek hayâ, bütün âza ve duygularını günahlardan korumak, Allah’ın yasakladığı şeyleri işlemekten alıkoymak demektir. Bunun da yolu ölümü her an düşünmekten, kabri hatırlamaktan geçer.
Sadece insanlar gördüğü zaman yaptığı çirkin işten utanıp yüzü kızarmak, insanlar görmediği vakitler o gibi kötü şeyleri işlemekten sıkılmamak, hayâ sâhibi sayılmak için yeterli değildir.
Gerçek haya, insanlar görse de görmese de Allah’ın yasakladığı çirkin ve kötü davranışlardan uzak durmak demektir. Çünkü insanlar görmese bile, Allah görmektedir. Kendisinden utanılmaya en lâyık olan da O´dur.
Şu huyları tavsiye etti ...
Ebu Zerr Hazretleri (radıyallahu anh) şöyle demiştir:
"Çok sevdiğim Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bana şu huyları tavsiye etti:
1. Benden üstün olana değil, benden aşağı olana bakmamı, böylece hâlime şükretmemi,
2. Yoksulları sevmemi ve onlara yaklaşmamı (dertleriyle meşgul olmamı),
3. Bana gelmeseler dahi, yine akrabamı ziyaret etmemi,
4. Allah’a ibâdet ve dine hizmet hususunda birinin beni kınamasından korkmamamı,
5. Acı da olsa daima hakkı söylememi,
6. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh dememi... Çünkü bu söz, Cennetin hazinelerinden biridir."
(Taberani, İbn-i Hibban)
Tevekkül ederken ...
Asr-ı Saâdette bir gün bir adam devesini mescidin kapısına bırakıp içeri girmişti. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) ona sordular:
– Deveni ne yaptın?
– Kapıya bıraktım.
– Bir yere bağlayıp da mı bıraktın?
–Hayır, bağlamadım, sadece tevekkül edip Allah’a teslim ettim.
Resûlullah Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) bu tevekkül anlayışına cevabı şöyle oldu:
– Git deveni bağla, ondan sonra Allah’a tevekkül et...
(Tirmizi)
Hayat ancak âhiret hayatıdır ...
Hazreti Enes’den:
"Allah’ım, hayat ancak âhiret hayatıdır.
(Başka yok)."
(Buhari-6413)
Bu dünya hayatı, geçici ve biticidir. Yaşamın gayesi olamaz.
Dünyamız, insan için bir sınav salonudur. Hayatın gayesi Allah’a kulluk ve onun emir ve yasaklarına uygun bir hayat sürmektir. İnsan bu dünyada hayatının gayesini kabul edip etmeme sınavını vermektedir.
Gerçek hayat, gerçek mutluluk; geçici ve bitici dünya yaşamında değil, ölüm sonrası gidilecek olan ahiret âlemindedir. Bu dünya imtihanındaki başarı durumuna göre, insanı ya sonsuz bir mutluluk veya sonsuz bir mutsuzluk; yani ya cennet sarayları veya cehennem zindanları beklemektedir.
Şu 7 şey gelmeden önce acele edin ...
Resûl-u Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İyi işler yapmakta acele ediniz.
Siz korkmak ve gayrete gelmek için, şu 7 şeyin size gelip çatmasından daha kötü bir şey mi bekliyorsunuz?
Birincisi: Her şeyi unutturan fakirlik
İkincisi: Azdıran zenginlik
Üçüncüsü: Aklı ve vücut sağlığını bozan hastalık
Dördüncüsü: Muhakeme ve şuuru gideren ve insanı saçma sapan konuşturan bunaklık derecesindeki ihtiyarlık
Beşincisi: Ansızın gelen ölüm
Altıncısı: Korkulan istikbâl tehlikelerinin en fenası bulunan Deccalın fitnesi
Yedincisi: belâsı en büyük ve en acı olan kıyâmet..."
(Tirmizî/2307)
Bu 7 şey kendisine erişmeden mü’minin ibadet ve hayrını çoğaltmakta acele etmesi gerekir.
Dünya varlığında kimlere bakmalıyız …
Ebû Hureyre’den (radıyallahu anh):
Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Dünya varlığında, sizden aşağı durumda olanları düşününüz. Yalnızca sizden üstün ve iyi olanlara bakmayınız. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini küçük ve basit görmemeniz için bu, en uygun olanıdır."
(Buharî-Müslim)
Hadiste, dünyada mutlu ve huzurlu olmanın formülüne işaret edilmektedir. O da dünyalıkta, kendinden aşağı durumda olanlara bakıp üzerindeki nimetlerin farkına varmaktır. Her hal ve durumda, Allah’a şükür duygusu içinde olmaktır.
Yüz şehit ecri kazanmak ...
"Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük ederse ( yapışırsa ), ona yüz şehid ecri vardır."
(el-Bağavi, Hüseyin b. Muhammed eş-Şafi, Mesabihu’s-Sunne, I-II, Beyrut, ty. I, 40, no: 130; el-Munavi, Abdurra‘uf, Feyzu’l-Kadir, I-VI, Beyrut, ty. VI, 261. (no: 9171-9172); Ümmetin bozulduğu zaman sevapların çoğalağı konusu için bk. Taftazani, Mesud b. Ömer, Serhu’l-Makasıd, I-V, Beyrut 1988 I, 308; el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savaiku’l-Muhrika, Kahire 1385, s. 210.)
İşte bize çok büyük bir fırsat.
Hem o kadar şanslıyız ki: Daha annesinden doğduğu anda secdeye kapanıp ümmeti ümmeti diyen, Miraç mucizesinde Cebrail Aleyhisselâmı bile arkada bırakıp, Alemlerin Rabbi’nin karşısında bulunduğu bir anda dahi ümmetini unutmayan ve mahşerdeki dehşetten herkes hatta peygamberler bile nefsi nefsi, dediğinde yine ümmeti ümmeti, diye Allah’tan (celle celaluhu) ümmetini dileyen bir şefaat edicimiz, kurtarıcımız, peygamberimiz var.
O’nun şefaatine nail olabilmenin tek yolu ise O’nun sünnetine tabi olmaktır. O’nun sünnetini terk etmek bize hiç yakışır mı?
Bizler de yeniden doğalım, Efendimiz'i (aleyhissalâtu vesselâm) daha iyi anlamaya ve onun gibi yaşamaya çalışalım, en azından buna niyet ve azmedelim.
Yüce Mevlâ yukardaki hadisi şerife cümlemizi mazhar eylesin ...
Cennet ve Cehennem mukabelede bulunur ....
Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Kim üç kere (veya 7 kere) Allah’tan cennete girdirmesini isterse,
Cennet: ‘Allah’ım onu cennete girdir’ diye karşılık verir.
Kim de 3 kere (veya 7 kere) cehennemden kurtarması için Allah’a sığınırsa,
Cehennem: ‘Allah’ım, onu ateşten kurtar’ diye mukabelede bulunur."
(Tirmizi, Nesâi, İbn-i Mace, İbn-i Hibban, Hakim)
Sevap ve Mükafatımız ...
Hazreti Ömer’den (radıyallahu anh):
"Bir gün Resûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girmek için müsaade istedim. Hücre-i saadetine kabûl buyruldum. Kaba bir kilim üzerine yatmışlardı. Kilim küçük olduğu için, mübarek vücutlarının bir kısmı toprak üstünde kalıyordu. Başlarının altında, hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık vardı.
Selâm verip yanlarına oturdum. Daha sonra dayanamayıp sordum.
– Ya Resûlâllah, sen Allah’ın Peygamberi ve Habîbi (en sevdiği varlık) olduğun halde, niye bu vaziyettesin? Halbuki Kisrâ ve Kayser, altından divanlarda, ipek ve atlastan yataklarda yatıyorlar.
Bunun üzerine Resûlullah buyurdu ki:
– Onlar bütün nimetleri bu dünyada tadıyorlar. Halbuki bu dünya nimetleri çok çabuk biter. Biz ise öyle bir kavimiz ki, bütün sevap ve mükâfatımız âhirete kaldı.
(Hâkim)
Hakikat Noktasında Malımız ...
Abdullah İbnu’ş-Şihhîr’den (radiyallahu anh):
"Bir gün Resûlullah Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) yanına gittim. O sırada Tekasür sûresini okuyorlardı. Sûreyi tamamladıktan sonra şöyle buyurdu:
– Âdemoğlu, ‘malım, servetim’ diyor. Ey Âdemoğlu! Yeyip bitirdiğin veya giyip eskittiğin, yahut sadaka olarak verip önceden âhirete gönderdiğinden başka senin mal ve servetin var mı? (Geride bıraktığın senin değil, mirasçıların malıdır).
(Müslim/Zühd 34; Nesai/Vesâya 1; Tirmizi/Tefsir, Tekasür)
İnsanın mal ve servetinden "benim" diyebileceği kısım; yediği, içtiği, bir de sadaka olarak dağıttığı, Allah yolunda harcadığı miktardır.
Bunların dışında kalan mal ve servetin, ancak bekçisidir. Sahipliği görünüşte ve zâhirdedir. Çünkü o servet, kendisi ile gelmeyecek, vefat ettiğinde mirasçılara intikal edecektir. Şu halde insanın kullanamadığı, sahiplenemediği bir servet ile övünmesi boştur ve yersizdir.
Ahiret mutluluğu ...
Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ahiret mutluluğu, nefse zor gelen ibadet külfetleri ile çevrelenmiştir. Dünya ise, nefsin hoşuna giden gayr-i meşrû lezzetler ve şehvetler ile kuşatılmıştır."
(Taberani)
Dünyada cennet yolu, nefsin hoşuna gitmeyen külfetlerle kaplıdır. Cehennem yolu ise, nefsin gayr-i meşru lezzet ve şehvetleriyle çekici hale getirilmiştir.
www.resulullah.org
16 Temmuz 2008 Çarşamba
Hadis-i Şerif
Cömert kimdir, cimri kimdir?
Ebu Hureyre’den:
Allah Resûlü:
- Haberiniz olsun ki her cömerdin cennete gireceği Allah katında kesindir. Ve ben buna garanti veriyorum.
Dikkat ediniz, her cimrinin cehenneme gireceği de yine Allah katında kesindir ve ben buna da garanti veriyorum, buyurdu.
Ashab:
- Ya Resûlallah! Cömert kimdir, cimri kimdir? diye sordular.
Allah Resûlü:
- Cömert, elinde olan malından Allah’ın hakkını ödeyen kimsedir.
Cimri ise, Allah’ın hakkını vermeye yanaşmayan ve Rabb’ine karşı (âdeta) cimrilik eden kimsedir.
Haramdan kazanıp savurganca harcayan kimse de cömert değildir.
(Esbehani/Tergîb)
Ebu Hureyre’den:
Allah Resûlü:
- Haberiniz olsun ki her cömerdin cennete gireceği Allah katında kesindir. Ve ben buna garanti veriyorum.
Dikkat ediniz, her cimrinin cehenneme gireceği de yine Allah katında kesindir ve ben buna da garanti veriyorum, buyurdu.
Ashab:
- Ya Resûlallah! Cömert kimdir, cimri kimdir? diye sordular.
Allah Resûlü:
- Cömert, elinde olan malından Allah’ın hakkını ödeyen kimsedir.
Cimri ise, Allah’ın hakkını vermeye yanaşmayan ve Rabb’ine karşı (âdeta) cimrilik eden kimsedir.
Haramdan kazanıp savurganca harcayan kimse de cömert değildir.
(Esbehani/Tergîb)
Namazda 2 Yerde Asla Gafİl Olmamali
kul namaza duracağı zaman MEVLA c.c meleklere buyurur :
kulumun üstünden günah ağırlıklarını alın ki,namazı rahat eda etsin
ve melekler emri yerine getirir,kul namazını bitirir ve melekler RABBE c.c sorar günahlarını yükleyelimmi diye, MEVLA şöyle buyurur: aldığım günahı geri yüklemek BENİM şanıma yakışmaz.
"
"kul namazın iki yerinde gafil olmamalı:
1)fatihada:yanlız SANA ibadet ederiz ,ayetini okurken,çünkü burada MEVLAYA hitap vardır
2)tahiyyatta :efendimize selam kısmında,buradada PEYGAMBERE a.s hitap ediliyor(NAKŞİ BEND K.S)
aynı zamanda kişi salih ise dünyanın bir ucunda ki müslüman namazını eda ederken namazda okuduğu tahiyattaki dua gelir o salih kulu bulur (esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin) kısmı
Dua konusuna bir hazırlık...
Kabul Olmayan Dua da Hayrımıza Olabilir
Aykut Akça
Varolan her şeyi noksansız bir yaratış ile yaratan Allah, insanoğlunu da bedenen ve ruhen mükemmel bir şekil ile yaratmıştır. Öyle ki, Allah insana kendi ruhundan üflemiştir (1).
Yarattığı bu insan denen varlığa merhamet, şefkat gibi en güzel erdemleri ve en ulvi duyguları bahşetmiştir. İnsan bu duygular sayesindedir ki diğer insanlara ve tüm diğer mahlukata iyilik penceresindan bakmayı becerebilir ve onların iyiliğini ister.
Şefkat, merhamet gibi bu ulvî duygular, insanoğlunun kadın cinsinde daha yoğun bir şekil sergiler. Ondandır ki kadınlar daha yufka yürekli, daha bir merhametli ve ondandır ki anne kelimesinin içi dopdoludur. Bu anne ki çocuğunun başı ağrısa kendisi uyuyamaz. Çocuğuna olan sahiplenme / kendi bilme duygusunun mahiyeti, yavrusuna gelecek derdi kendisine gelmesini tercih edecek boyuttadır. Çocuğunun başına en ufak bir kötülük gelmesini istemez. Kötü olanı çocuğun kendisi istese bile buna ne pahasına olursa olsun karşı durur. Çocuğu bu hali beğenmese de bu böyledir. Annelik başka türlü davranmaya izin vermez.
Evin 15 yaşındaki çocuğu olan Ahmet annesinin yanına gelir.
-Anne der, bana da Mehmet Abi'nin motorsikletinden alır mısınız?
-Olmaz alamayız Ahmet der, anne.
Daha motorsikletin alınmama sebebini bile öğrenmeden kapıyı vurur çıkar dışarı Ahmet. Hani delikanlı ya, hani hızlı yaşamalı ya. Herkesin anne-babası onların her istediklerini alıyorlar da Ahmet'in ailesi neden almaz ki Ahmet'in istediklerini. Her zaman istedikleri şeyler ya kabul görmüyor ya da sonra alırız deyip erteleniyor ne yapsın bu Ahmet şimdi. O isyan etmesin de kim isyan etsin. Oysa ki o anne biricik oğlu, ciğer parçası Ahmet'i henüz küçük olduğundan dolayı sakındığı için, isteğini geri çevirdi. Anneye göre biraz daha büyümeli idi oğlu.
Bir insan, bir anne bile bu kadar merhamet ve sakınma duygusu gösterir çocuğu için doğru olanın ne olduğuna karar verir ve gereğini yapmak için her bedeli öder / ödemeye hazır iken hadi düşünelim. Allah acaba bizi ne kadar düşünüp, bizi nelerden koruyordur. Bizim için neyin, ne zaman daha hayırlı olacağını bilen Allah bizim isteklerimize nasıl icabet ediyordur acaba. Nasıl bir plan (2) ve program dahilinde gidiyordur, acaba bu işleri hiç düşündük mü?
Geçenlerde bir arkadaş grubu içinde, bir tanesi "o kadar çok dua ediyoruz ama dualarımız neden kabul olmuyor?" dedi. İşte o anda tüm yukarıda geçen cümleler geldi aklıma. Ve düşünmeye devam ettim. Sorular sordum kendi kendime. Hep birlikte soralım kendimiz bu soruları.
Duamda
"acaba gerçekten doğru bir şey mi istedim?"
"acaba benim için hayırlı olan, gerçekten de benim istediğim şey mi?"
"acaba bu istediğim şey, şu an hayatıma girse, bu benim için doğru bir zamanlama mı?"
"acaba sorumluluğunu taşıyamayacağım bir şey mi istiyorum?"
"acaba hakikaten ben ne istediğimi biliyor muyum?" vs. vs…
Bu soruları çoğaltmamız mümkün tabii ki. Ancak maksat hasıl oldu kanaatindeyim.
Yaratılmış her şeyin otorite sahibi ve yegane hüküm koyucusu olan Allah, her şey ama her şey hakkında bir plan ve program koymuştur. Hiçbir şey tesadüfen olmaz, olamaz. Her şeyin bir plan ve program dahilinde gerçekleştiği varlık dünyasında kul olarak elbette Yaradan'dan isteklerimiz/dualarımız olacaktır. İstemek, yalvarmak bizden ama kabul edip, etmeme/kısa zamanda kabul etme ya da erteleyip doğru zamanda kabul etme Allah'tandır. Her şey bir denge, düzen ve plan üzerinedir. Bu mükemmel ahengin kurucusu Allah'tır. Olup biten her şey O'nun ol demesi iledir. Allah merhametlilerin en merhametlisidir. Bizim için neyin hayır neyin de şer olduğunu bizden daha iyi bilendir(3).
O sebeple, ya o çok istediğimiz şeyler için ettiğimiz dualar kabul olsa ve bu istediğimiz şey aslında bizim için bir felaketse o zaman ne yapacağız? O zaman da daha önce neticesini bilmeden ısrarla istediğimiz ve bizim arzu etmediğimiz sonuçlar doğuran o ilk duayı tersine çevirmesini isteyeceğiz. Netice olarak, elbet dualarımız olacak ama neden kabul olmuyor diye farkında olmadan hesap sorucu bir pozisyona düşmeden en hayırlısını, en hayırlı zamanlar için isteyelim. Sonuçta imtihan dünyasındayız. Allah verdikleri ve vermedikleri içinde bizi imtihan etmekte. Kulluğumuzun kalitesi kabul olunan duaların sayısının çokluğu ile alakalı değildir. Kulluğun kalitesi takva bakımından üstün olmakla alakalıdır. Takvaya yakışan O'ndan gelene razı olup bulunduğumuz şartlar içinde nasıl daha iyi bir kulluk ederiz teslimiyetidir.
~~~*~~~*~~~*~~~*~~~
14 Temmuz 2008 Pazartesi
5 Ayet
5 Hadis
1. Cuma gunu oldugunda, sizden birisi basini yikar, gusl eder, mescide erkenden gider, yakin oturur, hutbeyi dinler ve sukut ederse, o kimsenin attigi her bir adim icin kendisine bir senelik oruc ve bir senelik namaz sevabi vardir.
Ravi: Hz. Evs Ibni Evs (r.a.)
2. Insana olum hazir oldugunda, onu Hak'dan alikoyan ve terkettigi hersey derlenip toplanir, iki gozunun onune getirilir. Iste o anda o insan soyle der: "Ya Rabbi beni geri dondur. Umulur ki terkettigim salih amelleri yapayim."
Ravi: Hz. Cabir (r.a.)
3. Bir muallimin onunde veya ilim meclislerinde oturdugunuzda, onlara yaklasin ve birbirinize yakin oturun. Cahiliye ehlinin yaptigi gibi daginik oturmayin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
4. Ilimden bir bab (bolum) ogrendigin zaman, o senin icin kabul edilmis bin rek'at nafile namaz kilmandan daha hayirlidir. Bunu insanlara ogrettigin zaman ister amel edinsin, ister edilmesin; senin icin gene kabul edilmis bin rek'at nafile namaz kilmandan hayirlidir.
Ravi: Hz. Ebu Zerr (r.a.)
5. Ilme talip olan bir kimseye olum geldiginde, o bu hal uzerinde olurse sehittir.
Ravi: Hz. Ebu Zerr (r.a.)
Kaynak: "Ramuz El E-Hadis" Kitabidir.
Kitabin Yazari: Zaif Ahmet Ziyauddin Gumushanevi
Yorumlayanlar: M.Zahid Kotku & Prof. Dr. Cevat Aksit
13 Temmuz 2008 Pazar
Veda Hutbesi
Değerli müminler!
Milâdî 610 yılında, Mekke’deki Nûr dağında başlayan Yüce Kitabımızın indiriliş süreci yaklaşık yirmi üç yıl devam etmiş; Allah’ın rızası ve insanlığın kurtuluşu uğruna çekilen nice çileler, acılar ve özverilerden sonra bu süreç tamamlanmıştı. Resûlullah Efendimiz, 632 yılında Arafat meydanında yüz bini aşkın Sahâbe’ye hitaben yaptığı, Veda Hutbesi denilen tarihî konuşmasıyla bu dinin kemale erdiğini ilan etmişti.
İslâm’ın ana ilkelerinin sunulduğu bu konuşmanın bazı bölümleri şöyledir:
“Ey insanlar!.. Bugünleriniz nasıl kutsal bir gün ise; bu aylarınız, bu kentiniz nasıl mübarek ve kutsal ise; canlarınız, mallarınız, namus ve onurlarınız da öylece değerlidir ve her türlü tecavüze karşı dokunulmazdır.
Ashâbım!. Hepiniz Rabbinize kavuşacaksınız; O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Benden sonra eski Câhiliye sapkınlığına dönmeyin, birbirinizin canına kıymayın!.. Elinin altında bir emanet bulunan kimse, onu kendisine emanet edene iade etsin.
Ne haksızlık ediniz, ne de haksızlığa boyun eğiniz. Allah böyle hükmetmiştir… Câhiliye devrinden kalma kan davaları kaldırılmıştır. Kasten (haksız yere) adam öldürme ise misliyle cezalandırılacaktır.
Ey insanlar!.. Sizlere kadınların haklarını gözetmenizi, bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız var, kadınların da sizin üzerinizde hakları var… Kadınlara en iyi şekilde davranmanız gerekmektedir.
Ashabım!.. Sözümü iyi dinleyiniz… Müslüman müslümanın kardeşidir. Bir müslümana kardeşinin kanı ve malı helal değildir; malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar!.. Rabbiniz bir, atanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Beyaz ırkın siyaha, siyah ırkın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır.
Kimse kendi suçundan başkasıyla sorumlu tutulup cezalandırılamaz.
Dikkat ediniz… Şu dört şeyden kesinlikle uzak durunuz: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayınız, haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayınız, zina etmeyiniz, hırsızlık yapmayınız.”
Muhterem müminler!
Aziz Peygamberimizin, bazı bölümlerini arzettiğim bu konuşmayı günümüzden 1400 yıl önce yaptığını unutmayalım. O zamanlar, dünyanın en uygar ülkesi olarak bilinen Roma İmparatorluğu’nda bile, eğlence olsun diye insanlar, arenalarda birbirine veya vahşi hayvanlara öldürtülüyordu. Dünyanın her yerinde “alttakiler”, insan sayılmıyor, hayvan ve eşya muamelesi görüyordu.
İşte böyle bir dünyada; cehaletin, acımasızlığın, zulmün dibe vurduğu bir ortamda Mekke’de bir ses yükseliyordu: “Ey insanlar! Rabbiniz bir, atanız birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba üstünlüğü yoktur. Beyaz ırkın siyaha, siyah ırkın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır.”
Dünyada, bu çağrının yankı bulduğu toplumlarda, ülkelerde; İspanya’dan Bağdat’a, Kahire’den Bosna’ya, İstanbul’dan Kudüs’e bütün İslâm beldelerinde farklı ırkların ve dinlerin mensupları bir arada barış içinde yaşadılar. Aramıza dışarıdan fitnelerin sokulduğu 20. yüzyılın başına kadar bu böyle sürüp gitti.
Değerli kardeşlerim!
Medeniyetlerinde bu tecrübe bulunmayanlar, insan haklarını, barış içinde birlikte yaşama idealini gerçekleştiremezler. Günümüz dünyasında yaşananlar da bunu göstermektedir. Çağımız, “küresel etik” denilen bir ahlâk arıyor: İnsana, canlı cansız doğaya saygı gösterilmesini ve onların korunmasını sağlayan bir ahlâk… Tarih göstermiştir ki, bunu ancak âlemlere rahmet olan o yüce Peygamber’in yukarıda özetini sunduğumuz çağrısına uyanlar başarabilir.
Biz müslümanları, yeniden bu kutsal göreve layık bir ümmet haline getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI
İstanbul Müftüsü
[1] Hucurât 49/13.
12 Temmuz 2008 Cumartesi
Sen kimsin?...
SEN!
Siz insanlar için çikarilmiş en hayirli bir ümmetsiniz, iyiligi emreder,
kötülükten vazgeçirmege çalisirsiniz.. Çünkü Allaha inaniyorsunuz..
Fermaninin sahibisin!..
SEN!
Alemlere rahmet olarak gönderilen ve dehsetli mahser günü herkesin Nefsi!
Nefsi! diye cirpinacagi bir zamanda, secdelere kapanip; Ümmetimi isterim
Ya Rab!.. Ümmetimi bagislamadikça kalkmam diye feryad edecek olan Habibi
Kibriyanin ümmetisin!..
SEN!
Resulullahin ashabina Orduya yardim ediniz dedigi zaman, bütün servetini
alip getiren ve Peygamberin Cocuklarina ne biraktin?.. sorusuna Allahi
ve Resulünü biraktim Ya Resullullah! cevabini veren Hz. Ebubekirin
yolundasin!..
SEN!
Devlet reisi oldugu halde, ici su dolu bir tulumu sirtina yüklenerek halk
icinde dolasan ve oglunun Babacigim, niçin böyle yapiyorsun? sorusuna
Oglum! Nefsimi biraz begenir gibi oldum.. Onu zelil etmek, gururumu kirmak
istiyorum diyen Koca Ömerin izindesin!
SEN!
Müslümanlar arasinda acligin ve kitligin hüküm sürdügü bir zamanda Sam'dan
kendisine ait zeytinyagi, üzüm ve bugday yüklü olarak gelen bir deveyi
yükleriyle beraber yoksullara tasadduk eden Hz. Osman'in ardindasin!..
SEN!
Cebinde bulunan 4 dirhem servetin 1 dirhemini gizlice, 1 dirhemini açikca, 1
dirhemini gece ve kalan 1 dirhemini de gündüz , kimsesizlere sadaka olarak
veren ve Allah Resulünün; Neden böyle yaptin ?sualine Belki Allah
bunlarin birini olsun kabul eder düsüncesiyle diyen Hz. Aliyi takip
edensin!
SEN!
Allah yolunda cihada cikan ve karsisinda ATLAS Okyanusunu görünce, devesini
dizlerine kadar denize sürerek, kilicini cekip; Ya Rabbi! Sahid ol! Önüme
su ucsuz bucaksiz derya cikmasaydi senin sanini daha ileriye gotürürdüm!
diyen mücahidlerin pesindesin!..
SEN!
Resullullahin müjdesine nail olup, küfrün dogu kalasini, istanbulu
fethederek İslama teslim eden, yeni bir cag acan Fatihlerin, dünyayi
müslümanlardan baskasina dar gören Yavuzlarin, karalarin- denizlerin Hakani
Kanunilerin neslisin!..
SEN!
İstanbulda okumaya basladigi EzanI Muhammediyeyi, Caldiran ovalarinda
bitiren, Tuna'da aldigi abdestin namazini Afrika cöllerinde kilan, Hazer
kiyilarinda getirdigi tekbir seslerinin yankilarini Viyana kapilarinda duyan
kahramanlarin evladisin!..
SEN!
Vatanini, mukaddesatini müdafaa ederken düsman kursunlarinin darbeleriyle
bagirsaklari delik-desik disariya firlayan ve bir eliyle onlari karnina
iterken, diger eliyle gögsünden bir baska kursunu eliyle çikarip, yaninda
bulunan arkadasina Al arkadasim! Sag olur da dönersen, su kursunu ogluma
ver! Ve Ona de ki; Bunu sana baban son nefesinde gönderdi ve O'da ayni
sekilde ogluna aktarmazsa hakkimi helal etmem! dedi diye ulvi ruh
örnekleri veren sehitler kafilesinin çocugusun!..
ISTE SEN BUSUN!..
Bu altin halkalara eklenebilecek daha binlerce halka içerisinde
Senin cevherin, aslin astarin, esasin budur iste!..
Sen bu kapilar disinda baska bir kapini insani,
Bu altin halkalar disinda baska bir halkanin esiri olamazsin!
Namazsiz, niyazsiz, maneviyatsiz, ruhsuz, köksüz, kozmopolit, satilmis
olamazsin!
Allahsiz, Peygambersiz, Kitapsiz olamazsin!
Bana dokunmayan bin yil yasasin! Neme lazim Evimden uzak
Her koyun kendi bacagindan asilir gibi yahudi sözlerini agzinin sakizi
yaparak, mücadele ve hizmet azmini yitiremezsin!
Komsun ac iken, sen tok gezemezsin!
Islam'in yasak kildigi günah yuvalarinda vaktini öldüremez, aile fertlerini
batinin kokusmus hayat tarzina uyduramazsin!
Yavrularini cagdas asrin zihniyetine terkedip, cehenneme talip olamazsin!
Sen kainatin en üstün varligi olarak yaratildin, buna layik olarak cennet
bahcelerine talip olmalisin..
Hem burada... Hem orada..
YOLUN ACIK OLSUN!..
vesselam...
Siz insanlar için çikarilmiş en hayirli bir ümmetsiniz, iyiligi emreder,
kötülükten vazgeçirmege çalisirsiniz.. Çünkü Allaha inaniyorsunuz..
Fermaninin sahibisin!..
SEN!
Alemlere rahmet olarak gönderilen ve dehsetli mahser günü herkesin Nefsi!
Nefsi! diye cirpinacagi bir zamanda, secdelere kapanip; Ümmetimi isterim
Ya Rab!.. Ümmetimi bagislamadikça kalkmam diye feryad edecek olan Habibi
Kibriyanin ümmetisin!..
SEN!
Resulullahin ashabina Orduya yardim ediniz dedigi zaman, bütün servetini
alip getiren ve Peygamberin Cocuklarina ne biraktin?.. sorusuna Allahi
ve Resulünü biraktim Ya Resullullah! cevabini veren Hz. Ebubekirin
yolundasin!..
SEN!
Devlet reisi oldugu halde, ici su dolu bir tulumu sirtina yüklenerek halk
icinde dolasan ve oglunun Babacigim, niçin böyle yapiyorsun? sorusuna
Oglum! Nefsimi biraz begenir gibi oldum.. Onu zelil etmek, gururumu kirmak
istiyorum diyen Koca Ömerin izindesin!
SEN!
Müslümanlar arasinda acligin ve kitligin hüküm sürdügü bir zamanda Sam'dan
kendisine ait zeytinyagi, üzüm ve bugday yüklü olarak gelen bir deveyi
yükleriyle beraber yoksullara tasadduk eden Hz. Osman'in ardindasin!..
SEN!
Cebinde bulunan 4 dirhem servetin 1 dirhemini gizlice, 1 dirhemini açikca, 1
dirhemini gece ve kalan 1 dirhemini de gündüz , kimsesizlere sadaka olarak
veren ve Allah Resulünün; Neden böyle yaptin ?sualine Belki Allah
bunlarin birini olsun kabul eder düsüncesiyle diyen Hz. Aliyi takip
edensin!
SEN!
Allah yolunda cihada cikan ve karsisinda ATLAS Okyanusunu görünce, devesini
dizlerine kadar denize sürerek, kilicini cekip; Ya Rabbi! Sahid ol! Önüme
su ucsuz bucaksiz derya cikmasaydi senin sanini daha ileriye gotürürdüm!
diyen mücahidlerin pesindesin!..
SEN!
Resullullahin müjdesine nail olup, küfrün dogu kalasini, istanbulu
fethederek İslama teslim eden, yeni bir cag acan Fatihlerin, dünyayi
müslümanlardan baskasina dar gören Yavuzlarin, karalarin- denizlerin Hakani
Kanunilerin neslisin!..
SEN!
İstanbulda okumaya basladigi EzanI Muhammediyeyi, Caldiran ovalarinda
bitiren, Tuna'da aldigi abdestin namazini Afrika cöllerinde kilan, Hazer
kiyilarinda getirdigi tekbir seslerinin yankilarini Viyana kapilarinda duyan
kahramanlarin evladisin!..
SEN!
Vatanini, mukaddesatini müdafaa ederken düsman kursunlarinin darbeleriyle
bagirsaklari delik-desik disariya firlayan ve bir eliyle onlari karnina
iterken, diger eliyle gögsünden bir baska kursunu eliyle çikarip, yaninda
bulunan arkadasina Al arkadasim! Sag olur da dönersen, su kursunu ogluma
ver! Ve Ona de ki; Bunu sana baban son nefesinde gönderdi ve O'da ayni
sekilde ogluna aktarmazsa hakkimi helal etmem! dedi diye ulvi ruh
örnekleri veren sehitler kafilesinin çocugusun!..
ISTE SEN BUSUN!..
Bu altin halkalara eklenebilecek daha binlerce halka içerisinde
Senin cevherin, aslin astarin, esasin budur iste!..
Sen bu kapilar disinda baska bir kapini insani,
Bu altin halkalar disinda baska bir halkanin esiri olamazsin!
Namazsiz, niyazsiz, maneviyatsiz, ruhsuz, köksüz, kozmopolit, satilmis
olamazsin!
Allahsiz, Peygambersiz, Kitapsiz olamazsin!
Bana dokunmayan bin yil yasasin! Neme lazim Evimden uzak
Her koyun kendi bacagindan asilir gibi yahudi sözlerini agzinin sakizi
yaparak, mücadele ve hizmet azmini yitiremezsin!
Komsun ac iken, sen tok gezemezsin!
Islam'in yasak kildigi günah yuvalarinda vaktini öldüremez, aile fertlerini
batinin kokusmus hayat tarzina uyduramazsin!
Yavrularini cagdas asrin zihniyetine terkedip, cehenneme talip olamazsin!
Sen kainatin en üstün varligi olarak yaratildin, buna layik olarak cennet
bahcelerine talip olmalisin..
Hem burada... Hem orada..
YOLUN ACIK OLSUN!..
vesselam...
***CUMANIZ HAYR OLSUN***
Mutlu bir hayat için altın prensipler
Mutluluk, muhabbet, sevgi, saygı ve hürmet insanlık âleminde, hem fert, hem aile, hem de toplum hayatında en büyük aranılan, ihtiyaç olan ama maalesef ki, belki de son asırda ve yıllarda en az bulunan değerler.
Aşağıda bu arzu edilen değerleri hakikî kaynağından küçük bir demet halinde sunmaya çalışacağım, kaynağını tam olarak keşfetmeyi ve bire bir yaşamayı da Rabbim hepimize kısmet eder inş.
* Ahlâkî değer olarak: Âdet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamak.
* Allah'a karşı: Allah'tan devamlı af ve mağfiret dilemeyi unutmayan bir hayat sürdürebilmek.
* Şecaat ve kahramanlıkta öncü ve örnek olabilmek.
* Dünyevî noktada: Dünya işleri için kızmamak.
* Evden ayrılırken: Sabahları evden çıkarken "İlâhî, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım" diye duâyla güne başlayabilmek.
* Giyinmede: Sade kıyafetler giyebilmek, gösterişten hoşlanmamak.
* Günlük hayatta: Boş şeylerle uğraşmamak. Çok konuşmamak.
* İç dünyasında: Affediciliği hiç elden bırakmamak. İntikamı kalp, his ve ruh dünyasından uzaklaştırabilmek.
* Daima düşünceli ve tefekkür âlemlerinde olabilmek.
* Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmemek.
* Hoşlanmadığı şeylere karşı susabilmek.
* Kendi şahsı için asla öfkelenmemek ve öç almayı gündeminden kaldırabilmek.
* Her zaman mütebessim bir haletle durabilmek.
* İnsanî münasebetlerde: Umanı umutsuzluğa düşürmemek.
* İnsanlık ve insanlara karşı: Düşmanlarını sadece affetmekle kalmayıp, onlara şeref ve değer de vermek.
* Fakirlerle birlikte yemek; onlardan kendini ayırt etmemek.
* Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamamak ve ayıplamamak.
* İnsanlık ve insanlara karşı: Kendisini üç şeyden alıkoyabilmek. Hiç kimsenin kusurunu araştırmamak. Hiç kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylememek. Hiç kimseyle çekişmemek.
* İnsanlık ve yardımlaşmada: Kapıya yardım için gelen hiç kimseyi geri çevirmemek.
* Konuşurken: Konuşurken kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berrak söyleyip telâffuz edebilmek.
* Lüzumsuz yere konuşmamak; hikmetli konuşabilmek, konuştuğunda ne fazla, ne eksik söz kullanabilmek.
* Konuşurken ses tonu, tavır ve davranışlarıyla çevresindekileri sıcak bir şekilde kuşatabilmek.
* Konuşurken yüzünü muhataplarından başka tarafa çevirmemek, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmamak.
* Sıkıntılı hallerde: Sıkıntılı hallerinde kabalaşmamak, bağırmamak.
* Söz söylerken: Kötü söz söylemeden, günlük ve ömürlük hayat yaşamayı başarabilmek.
* Toplum hayatında: Bulunduğu toplulukta o topluluğa uyarak, gülünecek şeye gülmek; hayret edilecek şeye uyarak hayret edebilmek.
* Sıradan insanlar gibi yaşayabilmek.
* Susmayı konuşmaktan uzun sürdürebilmek.
* Şefkat ve merhamette en zirvede olabilmek.
* Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinleyebilmek.
* Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürümek; ayaklarını yerden canlıca kaldırmak, iki yanına salınmamak, adımlarını geniş atmak, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilip, vakar ve sükûnetle rahatça yürüyebilmek.
* Hak ve adaletten hiçbir şart ve halde asla ayrılmamak.
* Her zaman ağırbaşlı olabilmek.
* Yeme içmede: İsraf ve tiryakilikten uzak, sabır ve şükrün gereği olan, önüne ne konulursa yiyebilmek.
Evet yukarıda aldığımız hakikatler hiç şüphesiz ki Peygamberin örnek hayatındandır. Allah (cc) başta dâvâ arkadaşlarımız olmak üzere bütün inananlara ve insanlığa örnek alıp yaşamayı nasip etsin.
Nejat EREN
Yeniasya
okumak için resmin üzerine tıklayın
CUM'ANIN FAZİLETİ
طارق بن شهاب: رفعه:الجمعة حق واجب علي كل مسلم في جماعة الا علي اربعة عبد مملوك او إمرأة او صبي او مريض.خمستها لأبي داود
1-Târik bin Şihâb radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Köle, kadın, çocuk ve hasta hariç, Cuma her müslümana cemaatle kılmak sabit bir hak (ve görev)dir (bunlara farz değildir)."
(Beş rivayet Ebû Davud'a aittir)
ابوالجعد الضمري: وكانت له صحبة رفعه: من ترك ثلاث جمع تهاونا بها طبع الله علي قلبه. لأصحاب السنن
2-Ebu'l-Ca'd ed-Damrî radiyallahu anh'dan -ki, Peygamber'in sohbetinde bulunmuştur-:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
"Her kim önemsemeyerek üç cumayı üst üste terk ederse, Allah onun kalbini mühürler." (Sünen ashabı)
ابو هريرة: رفعه:لينتهين اقوام عن ودعهم الجمعات او ليختمن الله علي قلوبهم ثم ليكونن من الغافلين. لمسلم والنساءي
3-Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Bir takım insanlar ya cuma namazını terk etmekten vaz geçecekler, ya da Allah onların kalplerini mühürleyecek, sonra elbette gafillerden olacaklardır." (Müslim ve Nesâî)
سمرة بن جندب:رفعه: من ترك الجمعة من غير عذر فليتصدق بدينار فإن لم يجد فنصف دينار. لابي داود والنساءي
4-Semure bin Cundeb radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
Her kim özürsüz cumayı bırakırsa (keffaret olarak) bir dinar sadaka versin. (Ebu Davud ve Nesai)
ابن مسعود:رفعه: لقدهممت ان آمر رجلا يصلي بالناس ثم أحرق علي رجال يتخلفون عن الجمعة بيوتهم. لمسلم
5-İbni Mesud radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
İstedim ki, bir adama emredeyim cemaatle namaz kıldırsın, ben de gidip cumaya gelmeyenlerin evlerini başlarına yakayım.
1-Târik bin Şihâb radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Köle, kadın, çocuk ve hasta hariç, Cuma her müslümana cemaatle kılmak sabit bir hak (ve görev)dir (bunlara farz değildir)."
(Beş rivayet Ebû Davud'a aittir)
ابوالجعد الضمري: وكانت له صحبة رفعه: من ترك ثلاث جمع تهاونا بها طبع الله علي قلبه. لأصحاب السنن
2-Ebu'l-Ca'd ed-Damrî radiyallahu anh'dan -ki, Peygamber'in sohbetinde bulunmuştur-:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
"Her kim önemsemeyerek üç cumayı üst üste terk ederse, Allah onun kalbini mühürler." (Sünen ashabı)
ابو هريرة: رفعه:لينتهين اقوام عن ودعهم الجمعات او ليختمن الله علي قلوبهم ثم ليكونن من الغافلين. لمسلم والنساءي
3-Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)
"Bir takım insanlar ya cuma namazını terk etmekten vaz geçecekler, ya da Allah onların kalplerini mühürleyecek, sonra elbette gafillerden olacaklardır." (Müslim ve Nesâî)
سمرة بن جندب:رفعه: من ترك الجمعة من غير عذر فليتصدق بدينار فإن لم يجد فنصف دينار. لابي داود والنساءي
4-Semure bin Cundeb radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
Her kim özürsüz cumayı bırakırsa (keffaret olarak) bir dinar sadaka versin. (Ebu Davud ve Nesai)
ابن مسعود:رفعه: لقدهممت ان آمر رجلا يصلي بالناس ثم أحرق علي رجال يتخلفون عن الجمعة بيوتهم. لمسلم
5-İbni Mesud radiyallahu anh'dan:
(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:)
İstedim ki, bir adama emredeyim cemaatle namaz kıldırsın, ben de gidip cumaya gelmeyenlerin evlerini başlarına yakayım.
Allah (c.c)’ın Uluhiyyetinin Özelliklerinden Bazıları
1 - Hüküm vermenin yalnızca Allah (c.c)’a ait olması uluhiyyetin en önemli özelliklerindendir. Zira yaratma da emir de O’nun hakkıdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O, doğru haberi verir ve O, (hak ile batılı) ayırd edenlerin en hayırlısıdır.” (En’am: 57 )
“Hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti.” (Yusuf: 40 )
“Hüküm vermek, O’nundur. Ve O, hesabı çabuk görendir.” (En’am: 62 )
“Hükmünde O’na hiçbir ortak yoktur.” (Kehf: 26 )
Hükmün yalnız Allah (c.c)’a ait olduğunu gösteren bunlardan başka daha bir çok ayet vardır. Bu nedenle kim, sadece Allah (c.c)’a ait olan bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia ederse işte o, kendisini ilahlaştırmıştır. Her kim de onun bu iddiasını kabul ederek bu özelliği ona verirse, işte o da onu Allah (c.c)’tan başka bir ilah olarak kabul etmiştir.
2 - Teşri koymak, helal veya haram, iyilik veya kötülük ölçülerini tayin etmek sadece Allah (c.c)’a ait olan uluhiyyetin en önemli özelliklerindendir.
Bu nedenle kim, bu özelliklerden herhangi birisinin kendisinde olduğunu iddia ederse, yani; Allah (c.c)’a muhalefet ederek teşri koyma, helal (serbest) ve haram (yasak) ölçülerini tayin etme, bir şeye iyi veya kötü deme yetkisinin kendisinde bulunduğunu iddia ederse kendisini ilah ilan etmiş ve Allah (c.c)’a denk kılmış olur. Her kim de onun bu iddiasını kabul ederek bu yetkiyi ona verir ve ona bağlanırsa onu kendisine ilah edinmiş olur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Onlar hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koşmalarından münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Bu ayetle ilgili açıklamayı daha önce naklettim ve ayette geçen papazları ve din adamlarını rab ve ilah edinmenin ne manaya geldiğini açıklayan alimlerin sözlerini de naklettim. Ayette geçen, onları rab ve ilah edinmekten kasıt; helal ve haram koyma yetkisini onlara vermektir. Böylece hıristiyanlar onları Allah (c.c)’tan başka rab ve ilah edinmişlerdi. Onlar da bu yetkiyi kendilerinde görmüş, böylece rablık ve ilahlık iddiasında bulunmuşlardı.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendilerine dinden bir şeriat koyan ortakları mı vardır?” (Şura: 21 )
“(Ey Muhammed!) De ki: “Biliyor musunuz, Allah size rızık olarak her ne indirmişse, onun kimini haram kıldınız, kimini helal…” Yine de ki: “Allah mı bunun için size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus: 59 )
“Diliniz yalana alıştığı için: “Bu helal, bu haram” demeyin! Yoksa Allah’a yalan iftira etmiş olursunuz. Muhakkakki Allah’a karşı yalan iftira eden kimse, kurtuluşa erişemez.” (Nahl: 116 )
Sahih rivayete göre Beni Temim’den bir arabi Rasulullah (s.a.s)’a şöyle dedi:
“Ben bir şeye iyi dersem o iyi, kötü dersem o kötüdür.” Rasulullah (s.a.s) ona şöyle dedi:
“Bu özellik sadece Allah (c.c)’a aittir.” (Fetvalar c: 28 s: 164 )
Rasulullah (s.a.s), arabiye verdiği cevabında şunu demek istemiştir:
“Senin ileriye sürdüğün bu iddia, beşere ait bir özellik değildir. Bütün insanlar toplansa bile bu yetki onlara verilemez. Bu özellik sadece ve sadece Allah (c.c)’a aittir. Zira senin iyi gördüğün Allah (c.c) katında kötü olabilir. Kötü gördüğün ise Allah (c.c) katında iyi olabilir. Bu sebeble eşyaya iyi veya kötü hükmünü vermek mahluka değil, sadece Allah (c.c)’a ait bir özelliktir ve Allah (c.c)’ın yetkisindedir.”
3 - Dilediği meselede hüküm vermek ve hükmünde takipçisi olmamak Allah (c.c)’ın uluhiyyetinin özelliklerindendir.
Bu özellik sadece Allah (c.c)’a aittir. Allah (c.c) bir konuda hüküm verdikten sonra yaratılmışlardan hiç birisinin o konuda herhangi bir söz, anlayış, görüş veya itiraz hakkı yoktur. Zira emir sadece Allah (c.c)’a aittir. Rasul ise bu emri tebliğ edendir. Bize düşen görev; bu emre rıza göstermek, boyun eğmek ve teslim olmaktır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Muhakkakki Allah, dilediği şeye hükmeder.” (Maide: 1 )
“Allah hükmeder; O’nun hükmünü iptal edecek yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.” (Ra’d: 41 )
“Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiğinde inanmış erkek ve kadınların artık işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Her kim Allah’a ve rasulüne baş kaldırırsa apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab: 36 )
“Ey iman edenler! Allah ve rasulünün önüne geçmeyin!” (Hucurat: 1 ) (Rasulullah (s.a.s)’ın önüne geçmek; onun sözüne bir şey eklemek; karşı gelmek veya zıd bir anlayış ileriye sürmektir. Bu hareket aslında Allah (c.c)’a yapılmıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.s), Allah (c.c)’ın kendisine bildirdiğini tebliğ eder ve haktan başka bir şey söylemez. Allah (c.c) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “O hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu ancak bir vahiydir.” (Necm: 4 )Rasulullah (s.a.s) sağ iken söylediği söze itiraz etmek, başka anlayış ileriye sürmek küfürdür. Rasulullah (s.a.s) öldükten sonra ise sabit olan sünnetini reddetmek, ona itiraz etmek veya başkasının sözlerini ondan önce tercih etmek de aynı şekilde küfürdür.)
“Aralarında hüküm verilmesi için Allah ve rasulün e çağırılan müminlerin sözü: “İşittik ve itaat ettik” demektir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır!” (Nur: 51 )
Allah (c.c)’ın dilediği şeyde hüküm vermesi ve hükmünde takipçisi olmamasıyla ilgili daha başka ayetler de vardır. Bu nedenle herhangi bir kimse bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia eder, yani; “ben istediğim hükmü veririm, kimsenin benim hükmüme itiraz hakkı yoktur, hükmümde takipçi yoktur, ona zıd hüküm verecek veya itiraz edecek kimse de yoktur, zira benim verdiğim hüküm herkesin üstündedir, bu hükme zıd bir anlayış, bir itiraz veya bir düşüncenin ileri sürülmesini asla kabul etmem” derse kendisini ilahlaştırmış ve Allah (c.c)’a denk kılmıştır. Böylece aynı Firavun’un dediği gibi demiş olur. Zira Firavun şöyle demişti:
“Ancak size benim görüşümü gösterir ve ancak ben sizi doğru yola sevkederim.” (Mümin: 29)
Her kim bu özelliği bir şahsa verir, söylediğine rıza gösterir veya ona bağlanırsa, işte o kimse Allah (c.c)’a ait olan bir özelliği ona vererek onu Allah (c.c)’tan başka bir ilah ve bir mabut edinmiş olur.
Zamanımızdaki küfür demokrasi sistemlerinde olduğu gibi… Bu sistemlerde Allah (c.c) ve rasulünün hükümlerine muhalefet ve itiraz etme, ona zıd görüş beyan etme yetkisi parlemontoya verilmiştir. İşte bu sebeble parlementoda bulunan kimseler bu sistemi kabul etmiş olduklarından dolayı İslam’dan çıkmışlardır.Çünkü demokrasi sistemindeki parlementoda yer alan kimseler, ilahlık iddiasında bulunmuşlardır.
4 - Yaptığı sebebiyle hesap sorulmama, kendisinden başka herkese hesap sorma da sadece Allah (c.c)’a ait özelliklerdendir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“(Allah) yaptığından sorulmaz, onlar ise sorulurlar.” (Enbiya: 23 )
Her kim bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia eder, yani; “yaptığım sebebiyle kimse bana hesap soramaz, ben hesap sormanın üstündeyim” derse kendisini ilahlaştırmış ve Allah (c.c)’a kendini denk kılmıştır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“O’nun benzeri birşey yoktur ve O, işitendir, görendir.” (Şura: 11 )
Her kim de bu özelliği ona verir, onun iddiasına rıza gösterir ve bağlanırsa o kimseyi Allah (c.c)’tan başka ilah ve mabut edinmiş olur.
5 - Zatı için sevilmek de Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. O’nun dışıdakiler ise sadece Allah (c.c) için sevilirler. Bu özellikle ilgili delilleri daha önce zikrettik.
Her kim bu özelliği kendi nefsi için iddia eder, yani; zatı için sevilmesi, dostluk ve düşmanlık gösterilmesi gerektiğini söylerse kendisini ilah ilan etmiş ve böylece Allah (c.c)’a denk ve benzer kılmıştır.
Bu kimsenin bu iddiasına rıza gösteren ve bu özelliği ona veren de onu Allah (c.c)’tan başka ilah, mabud edinmiştir.
6 - Zatı için itaat edilmek de Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. O’nun dışındakilere ise sadece O’nun için itaat edilir. Bu sebeble Allah (c.c)’a isyan konusunda yaratılmışa itaat edilmez.
Kendisine kendi zatından dolayı itaat edilmesi gerektiğini iddia eden bir kimsenin, yalnızca Allah (c.c)’a ait olan bir özelliği kendisinde gördüğünü ve bu sebeble kendisini ilahlaştırdığını, bu özelliği ona veren veya bunu kabul eden kimsenin de onu Allah (c.c)’a denk kılarak ilah edindiğini daha önce delillerle açıkladık.
7 – Zarar ve fayda verici olmak da Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. Zarar ve fayda sadece O’nun elindedir. O, dilediğini korur, fakat kendisinden hiç kimse korunamaz.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Allah’tan başka sana fayda da zarar da veremeyecek olana dua etme! Eğer böyle yaparsan şüphesiz zalimlerden olursun. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, O’ndan başkası onu kaldıramaz. Ve eğer sana bir hayır dilerse, O’nun fazlını kimse geri çeviremez. Onu kullarından dilediğine verir ve O, Gafurdur, Rahim’dir.” (Yunus: 106-107 )
“De ki: “Allah’tan başka bize fayda da, zarar da veremeyecek olanlara mı dua edelim?” (En’am: 71 )
“Onlar, Allah’tan başka kendilerine fayda veremeyecek şeylere taparlar ve; “bunlar Allah katında şefaatçilerimiz” derler. De ki: “Göklerde ve yerde bilmediği birşeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz? Onu tesbih ederim. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (Yunus: 18 )
“De ki: “O’ndan başka dostlar edindiklerinizin, kendilerine bir fayda veya zarar sağlamaya bile güçleri yoktur.” (Ra’d: 16 )
“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendim için ne bir fayda ne de bir zarar sağlamaya güç yetirebilirim.” (A’raf: 188 )
Bu manayı ifade eden bunlara benzer daha bir çok ayet vardır.
İbni Abbas (r.a) şöyle dedi: “Ben Rasulullah (sas)’ın bineğinin terkisindeydim. Bana şöyle dedi:
“Ey delikanlı! Allah (c.c)’ın sana fayda vereceği şeyleri sana öğreteyim mi? Allah (c.c)’ı koru ki, Allah (c.c) da seni korusun. Allah (c.c)’ı koru ki Allah (c.c)’ı önünde bulasın. Eğer bir kimseden bir şey isteyeceksen sadece Allah (c.c)’tan iste! Bil ki, bütün insanlar sana birşey yapmak için bir araya gelseler Allah (c.c) dilemedikçe hiç bir şey yapamazlar. Yine bil ki, zafer sabırla beraberdir, ferahlık ise sıkıntıdan sonradır. Zorluktan sonra da kolaylık vardır.” (İbni Ebi Asım Sünne kitabında sahih senedle rivayet etti)
İbni Teymiye şöyle dedi:
“Her kim melekleri ve nebileri vasıta edinerek onlardan birşey ister, onlara tevekkül eder, onlardan menfaat sağlamalarını ve zararı defetmelerini isterse şüphesiz müslümanların icmaıyla kafir olmuştur.
Yine onlardan günahların affını, kalplere hidayet etmelerini, sıkıntı ve hacetleri gidermelerini istemek bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Size, melekleri ve nebileri rabler edinmenizi emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size küfrü emreder mi?” (Ali İmran: 80 )
Allah (c.c) bu ayette, melek ve nebileri rab edinmenin küfür olduğunu bildirmiştir.” (Fetvalar c: 1 s: 124)
Özet olarak şöyle diyorum:
Sadece Allah (c.c)’a ait olan özellik ve sıfatlar vardır. Bu özellik ve sıfatlarda yaratılmış olan hiçbir şey O’na ortak olamaz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“O’nun benzeri birşey yoktur ve O, işitendir, görendir.” (Şura: 11) (Bu ayet, sadece Allah (c.c)’a ait olan sıfat ve özelliklerin kendisinde olduğunu iddia edenlerin iddiasının batıl olduğunu açıkça göstermektedir. Maalesef bu ayet bu konulara delil olduğu halde unutulmakta ve sadece mücessimelere (Allah (c.c)’ı mahlukata benzetenlere) reddiye olarak kullanılmaktadır.)
Allah (c.c) ibadete layık tek ilahın kendisi olduğunu, geniş manadaki bütün ibadetlerin ve ibadetlerin her çeşidinin sadece kendisine yapılmasını ve kendisinden başka hiç bir şeye ibadet edilmemesi gerektiğini bildirmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“De ki: “Namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm Alemlerin rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.” (En’am: 162)
Bütün bu açıklamalara göre; özelliği, mertebesi ve sıfatı ne olursa olsun sadece Allah (c.c)’a ait olan özellik ve sıfatlardan herhangi birisinin kendisinde de bulunduğunu iddia eden bir kimse, bu yaptığıyla ilahlık iddiasında bulunmuş, kendisini Allah (c.c)’a denk ve ortak koşmuştur. Her kim böyle iddia eden kişinin iddiasını kabul eder veya ona rıza gösterir veya bu iddiasında ona bağlanırsa onu Allah (c.c)’tan başka ilah edinmiş ve ona ibadet etmiş olur.
yazan:mehmet selim polat
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O, doğru haberi verir ve O, (hak ile batılı) ayırd edenlerin en hayırlısıdır.” (En’am: 57 )
“Hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti.” (Yusuf: 40 )
“Hüküm vermek, O’nundur. Ve O, hesabı çabuk görendir.” (En’am: 62 )
“Hükmünde O’na hiçbir ortak yoktur.” (Kehf: 26 )
Hükmün yalnız Allah (c.c)’a ait olduğunu gösteren bunlardan başka daha bir çok ayet vardır. Bu nedenle kim, sadece Allah (c.c)’a ait olan bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia ederse işte o, kendisini ilahlaştırmıştır. Her kim de onun bu iddiasını kabul ederek bu özelliği ona verirse, işte o da onu Allah (c.c)’tan başka bir ilah olarak kabul etmiştir.
2 - Teşri koymak, helal veya haram, iyilik veya kötülük ölçülerini tayin etmek sadece Allah (c.c)’a ait olan uluhiyyetin en önemli özelliklerindendir.
Bu nedenle kim, bu özelliklerden herhangi birisinin kendisinde olduğunu iddia ederse, yani; Allah (c.c)’a muhalefet ederek teşri koyma, helal (serbest) ve haram (yasak) ölçülerini tayin etme, bir şeye iyi veya kötü deme yetkisinin kendisinde bulunduğunu iddia ederse kendisini ilah ilan etmiş ve Allah (c.c)’a denk kılmış olur. Her kim de onun bu iddiasını kabul ederek bu yetkiyi ona verir ve ona bağlanırsa onu kendisine ilah edinmiş olur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Onlar hahamlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koşmalarından münezzehtir.” (Tevbe: 31)
Bu ayetle ilgili açıklamayı daha önce naklettim ve ayette geçen papazları ve din adamlarını rab ve ilah edinmenin ne manaya geldiğini açıklayan alimlerin sözlerini de naklettim. Ayette geçen, onları rab ve ilah edinmekten kasıt; helal ve haram koyma yetkisini onlara vermektir. Böylece hıristiyanlar onları Allah (c.c)’tan başka rab ve ilah edinmişlerdi. Onlar da bu yetkiyi kendilerinde görmüş, böylece rablık ve ilahlık iddiasında bulunmuşlardı.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyi kendilerine dinden bir şeriat koyan ortakları mı vardır?” (Şura: 21 )
“(Ey Muhammed!) De ki: “Biliyor musunuz, Allah size rızık olarak her ne indirmişse, onun kimini haram kıldınız, kimini helal…” Yine de ki: “Allah mı bunun için size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus: 59 )
“Diliniz yalana alıştığı için: “Bu helal, bu haram” demeyin! Yoksa Allah’a yalan iftira etmiş olursunuz. Muhakkakki Allah’a karşı yalan iftira eden kimse, kurtuluşa erişemez.” (Nahl: 116 )
Sahih rivayete göre Beni Temim’den bir arabi Rasulullah (s.a.s)’a şöyle dedi:
“Ben bir şeye iyi dersem o iyi, kötü dersem o kötüdür.” Rasulullah (s.a.s) ona şöyle dedi:
“Bu özellik sadece Allah (c.c)’a aittir.” (Fetvalar c: 28 s: 164 )
Rasulullah (s.a.s), arabiye verdiği cevabında şunu demek istemiştir:
“Senin ileriye sürdüğün bu iddia, beşere ait bir özellik değildir. Bütün insanlar toplansa bile bu yetki onlara verilemez. Bu özellik sadece ve sadece Allah (c.c)’a aittir. Zira senin iyi gördüğün Allah (c.c) katında kötü olabilir. Kötü gördüğün ise Allah (c.c) katında iyi olabilir. Bu sebeble eşyaya iyi veya kötü hükmünü vermek mahluka değil, sadece Allah (c.c)’a ait bir özelliktir ve Allah (c.c)’ın yetkisindedir.”
3 - Dilediği meselede hüküm vermek ve hükmünde takipçisi olmamak Allah (c.c)’ın uluhiyyetinin özelliklerindendir.
Bu özellik sadece Allah (c.c)’a aittir. Allah (c.c) bir konuda hüküm verdikten sonra yaratılmışlardan hiç birisinin o konuda herhangi bir söz, anlayış, görüş veya itiraz hakkı yoktur. Zira emir sadece Allah (c.c)’a aittir. Rasul ise bu emri tebliğ edendir. Bize düşen görev; bu emre rıza göstermek, boyun eğmek ve teslim olmaktır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Muhakkakki Allah, dilediği şeye hükmeder.” (Maide: 1 )
“Allah hükmeder; O’nun hükmünü iptal edecek yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.” (Ra’d: 41 )
“Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiğinde inanmış erkek ve kadınların artık işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Her kim Allah’a ve rasulüne baş kaldırırsa apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab: 36 )
“Ey iman edenler! Allah ve rasulünün önüne geçmeyin!” (Hucurat: 1 ) (Rasulullah (s.a.s)’ın önüne geçmek; onun sözüne bir şey eklemek; karşı gelmek veya zıd bir anlayış ileriye sürmektir. Bu hareket aslında Allah (c.c)’a yapılmıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.s), Allah (c.c)’ın kendisine bildirdiğini tebliğ eder ve haktan başka bir şey söylemez. Allah (c.c) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “O hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu ancak bir vahiydir.” (Necm: 4 )Rasulullah (s.a.s) sağ iken söylediği söze itiraz etmek, başka anlayış ileriye sürmek küfürdür. Rasulullah (s.a.s) öldükten sonra ise sabit olan sünnetini reddetmek, ona itiraz etmek veya başkasının sözlerini ondan önce tercih etmek de aynı şekilde küfürdür.)
“Aralarında hüküm verilmesi için Allah ve rasulün e çağırılan müminlerin sözü: “İşittik ve itaat ettik” demektir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır!” (Nur: 51 )
Allah (c.c)’ın dilediği şeyde hüküm vermesi ve hükmünde takipçisi olmamasıyla ilgili daha başka ayetler de vardır. Bu nedenle herhangi bir kimse bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia eder, yani; “ben istediğim hükmü veririm, kimsenin benim hükmüme itiraz hakkı yoktur, hükmümde takipçi yoktur, ona zıd hüküm verecek veya itiraz edecek kimse de yoktur, zira benim verdiğim hüküm herkesin üstündedir, bu hükme zıd bir anlayış, bir itiraz veya bir düşüncenin ileri sürülmesini asla kabul etmem” derse kendisini ilahlaştırmış ve Allah (c.c)’a denk kılmıştır. Böylece aynı Firavun’un dediği gibi demiş olur. Zira Firavun şöyle demişti:
“Ancak size benim görüşümü gösterir ve ancak ben sizi doğru yola sevkederim.” (Mümin: 29)
Her kim bu özelliği bir şahsa verir, söylediğine rıza gösterir veya ona bağlanırsa, işte o kimse Allah (c.c)’a ait olan bir özelliği ona vererek onu Allah (c.c)’tan başka bir ilah ve bir mabut edinmiş olur.
Zamanımızdaki küfür demokrasi sistemlerinde olduğu gibi… Bu sistemlerde Allah (c.c) ve rasulünün hükümlerine muhalefet ve itiraz etme, ona zıd görüş beyan etme yetkisi parlemontoya verilmiştir. İşte bu sebeble parlementoda bulunan kimseler bu sistemi kabul etmiş olduklarından dolayı İslam’dan çıkmışlardır.Çünkü demokrasi sistemindeki parlementoda yer alan kimseler, ilahlık iddiasında bulunmuşlardır.
4 - Yaptığı sebebiyle hesap sorulmama, kendisinden başka herkese hesap sorma da sadece Allah (c.c)’a ait özelliklerdendir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“(Allah) yaptığından sorulmaz, onlar ise sorulurlar.” (Enbiya: 23 )
Her kim bu özelliğin kendisinde olduğunu iddia eder, yani; “yaptığım sebebiyle kimse bana hesap soramaz, ben hesap sormanın üstündeyim” derse kendisini ilahlaştırmış ve Allah (c.c)’a kendini denk kılmıştır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“O’nun benzeri birşey yoktur ve O, işitendir, görendir.” (Şura: 11 )
Her kim de bu özelliği ona verir, onun iddiasına rıza gösterir ve bağlanırsa o kimseyi Allah (c.c)’tan başka ilah ve mabut edinmiş olur.
5 - Zatı için sevilmek de Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. O’nun dışıdakiler ise sadece Allah (c.c) için sevilirler. Bu özellikle ilgili delilleri daha önce zikrettik.
Her kim bu özelliği kendi nefsi için iddia eder, yani; zatı için sevilmesi, dostluk ve düşmanlık gösterilmesi gerektiğini söylerse kendisini ilah ilan etmiş ve böylece Allah (c.c)’a denk ve benzer kılmıştır.
Bu kimsenin bu iddiasına rıza gösteren ve bu özelliği ona veren de onu Allah (c.c)’tan başka ilah, mabud edinmiştir.
6 - Zatı için itaat edilmek de Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. O’nun dışındakilere ise sadece O’nun için itaat edilir. Bu sebeble Allah (c.c)’a isyan konusunda yaratılmışa itaat edilmez.
Kendisine kendi zatından dolayı itaat edilmesi gerektiğini iddia eden bir kimsenin, yalnızca Allah (c.c)’a ait olan bir özelliği kendisinde gördüğünü ve bu sebeble kendisini ilahlaştırdığını, bu özelliği ona veren veya bunu kabul eden kimsenin de onu Allah (c.c)’a denk kılarak ilah edindiğini daha önce delillerle açıkladık.
7 – Zarar ve fayda verici olmak da Allah (c.c)’a ait olan özelliklerdendir. Zarar ve fayda sadece O’nun elindedir. O, dilediğini korur, fakat kendisinden hiç kimse korunamaz.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Allah’tan başka sana fayda da zarar da veremeyecek olana dua etme! Eğer böyle yaparsan şüphesiz zalimlerden olursun. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, O’ndan başkası onu kaldıramaz. Ve eğer sana bir hayır dilerse, O’nun fazlını kimse geri çeviremez. Onu kullarından dilediğine verir ve O, Gafurdur, Rahim’dir.” (Yunus: 106-107 )
“De ki: “Allah’tan başka bize fayda da, zarar da veremeyecek olanlara mı dua edelim?” (En’am: 71 )
“Onlar, Allah’tan başka kendilerine fayda veremeyecek şeylere taparlar ve; “bunlar Allah katında şefaatçilerimiz” derler. De ki: “Göklerde ve yerde bilmediği birşeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz? Onu tesbih ederim. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (Yunus: 18 )
“De ki: “O’ndan başka dostlar edindiklerinizin, kendilerine bir fayda veya zarar sağlamaya bile güçleri yoktur.” (Ra’d: 16 )
“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendim için ne bir fayda ne de bir zarar sağlamaya güç yetirebilirim.” (A’raf: 188 )
Bu manayı ifade eden bunlara benzer daha bir çok ayet vardır.
İbni Abbas (r.a) şöyle dedi: “Ben Rasulullah (sas)’ın bineğinin terkisindeydim. Bana şöyle dedi:
“Ey delikanlı! Allah (c.c)’ın sana fayda vereceği şeyleri sana öğreteyim mi? Allah (c.c)’ı koru ki, Allah (c.c) da seni korusun. Allah (c.c)’ı koru ki Allah (c.c)’ı önünde bulasın. Eğer bir kimseden bir şey isteyeceksen sadece Allah (c.c)’tan iste! Bil ki, bütün insanlar sana birşey yapmak için bir araya gelseler Allah (c.c) dilemedikçe hiç bir şey yapamazlar. Yine bil ki, zafer sabırla beraberdir, ferahlık ise sıkıntıdan sonradır. Zorluktan sonra da kolaylık vardır.” (İbni Ebi Asım Sünne kitabında sahih senedle rivayet etti)
İbni Teymiye şöyle dedi:
“Her kim melekleri ve nebileri vasıta edinerek onlardan birşey ister, onlara tevekkül eder, onlardan menfaat sağlamalarını ve zararı defetmelerini isterse şüphesiz müslümanların icmaıyla kafir olmuştur.
Yine onlardan günahların affını, kalplere hidayet etmelerini, sıkıntı ve hacetleri gidermelerini istemek bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Size, melekleri ve nebileri rabler edinmenizi emretmez. Siz müslüman olduktan sonra hiç size küfrü emreder mi?” (Ali İmran: 80 )
Allah (c.c) bu ayette, melek ve nebileri rab edinmenin küfür olduğunu bildirmiştir.” (Fetvalar c: 1 s: 124)
Özet olarak şöyle diyorum:
Sadece Allah (c.c)’a ait olan özellik ve sıfatlar vardır. Bu özellik ve sıfatlarda yaratılmış olan hiçbir şey O’na ortak olamaz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“O’nun benzeri birşey yoktur ve O, işitendir, görendir.” (Şura: 11) (Bu ayet, sadece Allah (c.c)’a ait olan sıfat ve özelliklerin kendisinde olduğunu iddia edenlerin iddiasının batıl olduğunu açıkça göstermektedir. Maalesef bu ayet bu konulara delil olduğu halde unutulmakta ve sadece mücessimelere (Allah (c.c)’ı mahlukata benzetenlere) reddiye olarak kullanılmaktadır.)
Allah (c.c) ibadete layık tek ilahın kendisi olduğunu, geniş manadaki bütün ibadetlerin ve ibadetlerin her çeşidinin sadece kendisine yapılmasını ve kendisinden başka hiç bir şeye ibadet edilmemesi gerektiğini bildirmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“De ki: “Namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm Alemlerin rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur.” (En’am: 162)
Bütün bu açıklamalara göre; özelliği, mertebesi ve sıfatı ne olursa olsun sadece Allah (c.c)’a ait olan özellik ve sıfatlardan herhangi birisinin kendisinde de bulunduğunu iddia eden bir kimse, bu yaptığıyla ilahlık iddiasında bulunmuş, kendisini Allah (c.c)’a denk ve ortak koşmuştur. Her kim böyle iddia eden kişinin iddiasını kabul eder veya ona rıza gösterir veya bu iddiasında ona bağlanırsa onu Allah (c.c)’tan başka ilah edinmiş ve ona ibadet etmiş olur.
yazan:mehmet selim polat
***Güzeller güzelini anan her söz güzelleşir...
MİHRABIM
Mihrabım'a uğra saba yeli,huzuruna varıp edeple,selamı mıilet,heceler yarım yamalak,heyecanlar salkım saçak…
"Ant olsun kuşluk vaktine…",kuşluk vakti onun gönlündeki vahyin ışığıdır,ve ışıklar nurunun aşığıdır.
"Geceye ant ederim ki…",O'nun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık;gece yarısı hasretle uyanıktır.
"Güneşe ant olsun…"ondan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi.
Ahmet!…gönüller gıdası,ruhlar şifası… Gözlerin feri,şerefin zaferi… Dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmet,eline değmiş bir ele cihanca cihan feda.
IŞIĞIM!…
Göz kırpasıya Burak'ınla vardığın yere bin yılda varamazken berk uran melekler,nasıl aşkına dönmesin zeminler ve zamanlar,nasıl tutulmasın burçlar ve felekler.
Sen var iken kıblem,gök ile yerin arasında hangi varlığa adansın ya emekler,ya hangi renk ile iltica etsin çiçekler?
Cemalini gören aşık,görmeyen aşık iken nurun,gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler?
GÜNAYDINIM!…
Tohum versen de bize mahsul olabilseydik,kanat olsan da bize katına varabilseydik.
şarkıların ürperdiği şebnem avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik,sana kanabilseydik.
bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından abdest alabilse ve denizine ve bir kez olsun dalabilseydik,ya denizinde kalabilseydik.
Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere salabilseydik;bağından razıye ve marziye ilhamlar alabilseydik!
SEVGİLİM!…
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun,sen aydınlık içinde aydınlık,sen açıklık içinde açıklıktın.seninle sevgiler sevgili olu,seninle muhalimiz hale dururdu.
mühürleri kaldırmada son idin sen,can kilitlerini açmada sonuncu,gülümsesen.seni görenlerin güneş düşerdi gözünden,seni sevenlerin ışık yayılırdı
yüzünden.birer efsaneydi iki yanağın;hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın.
SULTANIM!…
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı,şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların,adını gizli anıyor aşık-ı nalanların.
Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan,azad oldu zülfünün zenciri solumuzdan ve sağımızdan.
Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü,biz cilalı aynalarda yitirdik ve yaptık düğünü.
Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz,mürebbisine kin güden çocuklara hasta gibiyiz.
İnsanlık güneşe nisbet zulmete döndü,balıklar suya öfkelendi,kuzgun ete döndü;bahtımız hasrete döndü.
HASRETİM!…
Gümüş tenli Yusuf'u arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler;cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
''Körün elinden tutana Hak'tan yüzlerce ecir vardır!''buyurmuştur.
kıyam et,tut körlerinin elinden ve israfilleyn kıyametten evvel bir kıyamet kopar.
Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt,yine öğüt, yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
ÖVÜNCÜM!…
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti,gün geçti…akşam oldu,düğün geçti…ve gece olmadan,Yesrib'in güneşi,kerem kıl,tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin ve artık getirdiğin kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!
Kalbimizi kaydırmadan,bize onu haşre dek baki kılma ruhsatı ver ve yalın unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza,belleklerimizin tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma yeter.
Gel,son kez ilk baharımız ol!.bu mevsim güller incitilmesin,gamküsarımız ol!..
ÖMRÜM!…
Taha ve Yasin aşkına…
Öncesinde Senin aşkın yoksa neye yarar ölüm.
İSKENDER PALA
Mihrabım'a uğra saba yeli,huzuruna varıp edeple,selamı mıilet,heceler yarım yamalak,heyecanlar salkım saçak…
"Ant olsun kuşluk vaktine…",kuşluk vakti onun gönlündeki vahyin ışığıdır,ve ışıklar nurunun aşığıdır.
"Geceye ant ederim ki…",O'nun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık;gece yarısı hasretle uyanıktır.
"Güneşe ant olsun…"ondan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi.
Ahmet!…gönüller gıdası,ruhlar şifası… Gözlerin feri,şerefin zaferi… Dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmet,eline değmiş bir ele cihanca cihan feda.
IŞIĞIM!…
Göz kırpasıya Burak'ınla vardığın yere bin yılda varamazken berk uran melekler,nasıl aşkına dönmesin zeminler ve zamanlar,nasıl tutulmasın burçlar ve felekler.
Sen var iken kıblem,gök ile yerin arasında hangi varlığa adansın ya emekler,ya hangi renk ile iltica etsin çiçekler?
Cemalini gören aşık,görmeyen aşık iken nurun,gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler?
GÜNAYDINIM!…
Tohum versen de bize mahsul olabilseydik,kanat olsan da bize katına varabilseydik.
şarkıların ürperdiği şebnem avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik,sana kanabilseydik.
bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından abdest alabilse ve denizine ve bir kez olsun dalabilseydik,ya denizinde kalabilseydik.
Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere salabilseydik;bağından razıye ve marziye ilhamlar alabilseydik!
SEVGİLİM!…
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun,sen aydınlık içinde aydınlık,sen açıklık içinde açıklıktın.seninle sevgiler sevgili olu,seninle muhalimiz hale dururdu.
mühürleri kaldırmada son idin sen,can kilitlerini açmada sonuncu,gülümsesen.seni görenlerin güneş düşerdi gözünden,seni sevenlerin ışık yayılırdı
yüzünden.birer efsaneydi iki yanağın;hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın.
SULTANIM!…
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı,şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların,adını gizli anıyor aşık-ı nalanların.
Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan,azad oldu zülfünün zenciri solumuzdan ve sağımızdan.
Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü,biz cilalı aynalarda yitirdik ve yaptık düğünü.
Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz,mürebbisine kin güden çocuklara hasta gibiyiz.
İnsanlık güneşe nisbet zulmete döndü,balıklar suya öfkelendi,kuzgun ete döndü;bahtımız hasrete döndü.
HASRETİM!…
Gümüş tenli Yusuf'u arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler;cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
''Körün elinden tutana Hak'tan yüzlerce ecir vardır!''buyurmuştur.
kıyam et,tut körlerinin elinden ve israfilleyn kıyametten evvel bir kıyamet kopar.
Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt,yine öğüt, yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
ÖVÜNCÜM!…
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti,gün geçti…akşam oldu,düğün geçti…ve gece olmadan,Yesrib'in güneşi,kerem kıl,tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin ve artık getirdiğin kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!
Kalbimizi kaydırmadan,bize onu haşre dek baki kılma ruhsatı ver ve yalın unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza,belleklerimizin tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma yeter.
Gel,son kez ilk baharımız ol!.bu mevsim güller incitilmesin,gamküsarımız ol!..
ÖMRÜM!…
Taha ve Yasin aşkına…
Öncesinde Senin aşkın yoksa neye yarar ölüm.
İSKENDER PALA
11 Temmuz 2008 Cuma
5 hadis
1. Birbirinize hased de etmeyin. Bir de bir kimse kardesinin, evlenme teklifinde bulundugu kadina, o nikahlanincaya veya vaz gecinceye kadar talip olmasin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
2. Geceleyin yol uzerinde istirahat etmekten ve namaz kilmaktan sakinin. Zira yollar, geceleyin yilanlarin ve yirticilarin sigindigi yerlerdir. Bir de yollarin uzerini kazai hacetle kirletmeyin. Zira bu laneti celbe sebep olur.
Ravi: Hz. Cabir (r.a.)
3. Siz "Visal" orucu" (Iftar etmeden ertesi gune orucu baglamak) tutmaktan sakinin. Denildi ki: "Siz visal orucu tutuyorsunuz" Buyurdu ki; Siz bu mevzuda Benim gibi degilsiniz. Ben geceledigimde Rabbim Beni yedirir ve icirir. Siz amellerden, ancak takat getirebileceginizi yuklenin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
4. Satarken cok yemin etmekten sakinin. Zira bu size once kazanc temin ederse de, sonra sizi perisan eder.
Ravi: Hz. Ebu Katabe (r.a.)
5. Zandan sakininiz. Suphe yok ki zan, sozun en yalan olanidir. Baskalarinin gizli islerini anlamaya kalkismayin. Tecessus de etmeyin. Birbirinizle rekabete girismeyin. Ve birbirinize gadap etmeyin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
Kaynak: "Ramuz El E-Hadis" Kitabidir.
Kitabin Yazari: Zaif Ahmet Ziyauddin Gumushanevi
Yorumlayanlar: M.Zahid Kotku & Prof. Dr. Cevat Aksit
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
2. Geceleyin yol uzerinde istirahat etmekten ve namaz kilmaktan sakinin. Zira yollar, geceleyin yilanlarin ve yirticilarin sigindigi yerlerdir. Bir de yollarin uzerini kazai hacetle kirletmeyin. Zira bu laneti celbe sebep olur.
Ravi: Hz. Cabir (r.a.)
3. Siz "Visal" orucu" (Iftar etmeden ertesi gune orucu baglamak) tutmaktan sakinin. Denildi ki: "Siz visal orucu tutuyorsunuz" Buyurdu ki; Siz bu mevzuda Benim gibi degilsiniz. Ben geceledigimde Rabbim Beni yedirir ve icirir. Siz amellerden, ancak takat getirebileceginizi yuklenin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
4. Satarken cok yemin etmekten sakinin. Zira bu size once kazanc temin ederse de, sonra sizi perisan eder.
Ravi: Hz. Ebu Katabe (r.a.)
5. Zandan sakininiz. Suphe yok ki zan, sozun en yalan olanidir. Baskalarinin gizli islerini anlamaya kalkismayin. Tecessus de etmeyin. Birbirinizle rekabete girismeyin. Ve birbirinize gadap etmeyin.
Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.)
Kaynak: "Ramuz El E-Hadis" Kitabidir.
Kitabin Yazari: Zaif Ahmet Ziyauddin Gumushanevi
Yorumlayanlar: M.Zahid Kotku & Prof. Dr. Cevat Aksit
Şu insanlar perişan olsun ...
Ebu Hureyre’den:
"Altına, gümüşe (paraya), kadifeye ve yünlü kumaşa kul (köle) olan perişan olsun.
Böyle kimselere (bir nimet) verilirse sevinir. Verilmezse üzülür, mutsuz ve şikayetçi olur."
(Buhari - 2886)
Hadiste, müslümanın kendini dünya lezzetlerine bağımlı hale getirmesinin ve lüks yaşamın kölesi kılmasının doğru olmadığına işaret edilmektedir.
Ve Efendimiz bu anlayıştaki insanlardan hoşlanmadığını açıkça belirtmektedir.
Lükse alışan insan, devamlı isteyen, doymak bilmeyen insandır. İstekleri yerine gelince sevinir, şımarır; isteklerini elde edememe durumunda da büyük bir bunalıma düşer. Hayatından şikayete başlar.
Kuran’ın fazileti ...
Ebu Umame’den:
"Kur´an´ı okuyun. Çünkü o, kıyamet günü, okuyanlarına şefaatçı olarak gelir."
(Müslim/Müsafirîn, 252)
"En hayırlınız, Kur´an´ı öğrenen ve başkalarına da öğretendir."
(Buhari)
Hadiste ifade edildiği gibi, en hayırlı mü´min, Kur´an´ı öğrenmek ve başkalarına da öğretmekle meşgul olan insandır.
Kur´an kıyamet gününde okuyucularına şefaatçılık yapacağı da ifade edilmiştir.
Kur´an öğrenmek, Allah´a kulluk görevimizi yapabilmek ve namazda okuyabilmek için de bir vecibedir.
O aksırınca Allah’a hamdetti ...
Hazreti Enes’den:
"İki kişi Peygamberimizin yanında aksırdı.
Allah Resûlü, bunlardan birine ‘Yerhamukellah: Allah sana rahmet etsin.’ dedi; diğerine ise demedi.
Efendimiz’in kendisine rahmet dilemediği adam:
- Filanca aksırdı ona yerhamukellah dedin. Ben aksırdım, bana ise (niye) demedin? diye sordu.
Allah Resûlü ona şöyle buyurdu:
- O aksırınca Allah’a hamdetti, sen ise hamd etmedin."
(Buhari/Edeb 127; Müslim/Zühd 53; Ebu Davud/Edeb 102; Tirmizi/Edeb 4)
Aksıran, ancak Allah´a (celle celaluhu) hamdederse, rahmet duasına hak kazanır.
Salât ve selamın önemi ...
"Bana bir kere salât ve selam getirene Allah 10 kere rahmet eder."
(Müslim)
"Kıyamet günü insanların bana en yakını, içinizde üzerime salât ve selamı en çok olanınızdır."
(Tirmizi)
Allah Resûlü, bir çeşit rahmet duası olan salavat getirilmesini çok sevaplı bir amel olarak teşvik etmektedir.
Allah Resûlü’ne, çok salavat getirenler, yarın ahirette, onun şefaatine nail olarak en büyük mükafatı alacaklardır.
Her durumda Allah’ı anardı ...
"Resûlullah her hal ve durumda Allah’ı anardı."
(Müslim)
Mü’min, hayatın her anında, yaptığı hareket ve davranışların tüm safhalarında Allah’ı anmalı, onun emir ve yasaklarını hiç unutmamalıdır.
Allah´ı unutmak, insanı gaflete atar. Yaptığı hareketlerin Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını kontrolden geçiremez. Gaflet içindeyken de, hatalara, günahlara düşmekten kendini frenleyemez.
Bu gafletten kurtulmanın, hayatını istikametli bir şekilde tanzim etmenin yolu, içinde bulunduğu her hal ve her durumda Rabbini unutmamaktır.
Onun huzurunda ve murakabesi altında olduğunun bilinci içinde hayatını geçirmektir.
Selam berekettir ...
Hazreti Enes’den:
"Ey oğulcağızım!
Ailenin yanına girdiğin zaman selam ver ki, senin üzerine ve aile bireylerine (bu selam) bir bereket olsun."
(Tirmizi)
Selamlaşma, sadece sokakta birbirleriyle karşılaşan tanıdık-tanımadık kişiler arasında cereyan eden bir görgü ve nezaket kuralından ibaret değildir.
Selamlaşma, aynı zamanda bir rahmet duası, muhatabına güvence sözü, hatta toplumda bir bereket vesilesidir.
Kişi kendi evine girdiğinde, hanımına, çocuklarına, bitişikteki konu komşuya da selam verilmelidir.
Bu anlamda aile içinde, çok yakın çevrede yapılan selamlaşmanın, berekete sebep olacağı hadiste ifade olunmaktadır.
Yüz şehidin sevabını kazanmak isteyenlere
"Ümmetimin fesâda düştüğü zamanda, kim benim sünnetime uysa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."
İbni Adiy, el-Kâmil fi´d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve´t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu´l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi´l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu´z-Zevâid, 7:282.
Müslümanların kafalarının karıştırılmaya çalışıldığı, bid'aların istila ettiği bir dönemde, kim Allah Resulünün sünnetine yapışırsa yüz şehidin sevabını kazanabilir. Burada önemli olan şartların zorluğuna rağmen sünnete yapışmak, bu konuda azim göstermek, gayret etmek ve niyeti muhafaza etmektir.
Sevinç Meleği ...
Cafer bin Muhammed, dedesinden rivayet ediyor:
"Bir kimse, bir mü’mini sevindirince, Allah verdiği bu sevinç sebebiyle, onun için bir melek yaratır.
Kul, kabrine vardığında, o Sevinç Meleği gelir ve ölen kişiye:
- Beni tanıyor musun? der.
Ölen kişi:
- Sen kimsin? diye sorar.
Sevinç Meleği:
- Ben filancaya verdiğin sevinç(ten yaratılan melek)im. Bugün senin yalnızlığında sana dost olacağım ve sorgu meleklerine vereceğin cevapta sana telkinde bulunacağım. Kıyamet günü göreceğin dereceleri sana seyrettireceğim. Senin için Rabbinin yanında şefaatçilik yapacağım. Sana cennetteki yerini göstereceğim." der.
(İbn-i Ebid-dünya/sevap)
Kardeşlerimi bir görsem ...
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün sahabelerine:
"Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennet´e girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem."
Bu sözleri üzerine ona denildi ki:
"Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?"
O şöyle cevap verdi:
"Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri halde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim" (1).
Bir başka benzer hadis-i şerifte de şöyle buyurur:
"Mutlaka kardeşlerime kavuşmamı arzuladım." (Bunun üzerine kendisini dinleyenler) şöyle dediler:
"Biz senin kardeşlerin değil miyiz?"
O şöyle cevap verdi:
"Sizler benim ashabım ve kardeşlerimsiniz. Benden sonra da beni görmedikleri halde bana inanan bir topluluk gelecektir."
Bir zaman geçtikten sonra da şöyle buyurdu:
"Ey Ebû Bekir, senin beni sevdiğini duyduklarından dolayı seni seven bir kavmi sevmek istemez misin? Sen de Allah’ın kendilerini sevdiği kimseleri sev." buyurdu. (2)
---
Bu hadis-i şeriflerde de, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ahir zamanda, ümmetin fesadı zamanında, ihvanlarının (kardeşlerinin) bulunacağından söz ediyor. "Kardeşlerim" dediği kimselere iştiyak duyuyor. Ahirette kevser havuzu başında iken havuza doğru gelecek sağlam imanlı kardeşlerini görmeyi çok istiyor, onlara kevser havuzundan su dağıtmayı arzuluyor.
Şu halde Peygamber´in (aleyhissalâtu vesselâm) iştiyakına, hasretine sebep olan o kimselerin herhalde, fedakar, sadık, metin, İslam için kendini ortaya koyabilen, bütün itilme-kakılma, horlanma, kınanmalara karşı yılmadan, aldırmadan Resulullah´ın (aleyhissalâtu vesselâm)ve ashabının yolunda olabilen kimseler olması gerekir. Bunlar Resulullah´ın kardeşleridir. O (aleyhissalâtu vesselâm), bunlara "kardeşlerim", ashabına "arkadaşlarım" ünvanını veriyor.
Hazreti Peygamberin kardeşlerim dediği bu bahtiyarların, O´nu görmeden kuvvetli bir imanla O´na ve getirdiklerine inanmaları son derece önemlidir.
Ayrıca bu kimselerin önemli bir özelliği, Hazreti Ebû Bekiri Resulullah’ı sevdiğinden dolayı sevmek veya, Ebu Bekir (radıyallahu anh) gibi, Resulullah’ı seven sahabeleri sevmektir.
Sahabelerin haline bakılırsa, onlar da ilerde gelecek bu iman erlerine, hidayet nurunun aydınlığından sapmayanlara karşı büyük bir ilgi duyuyorlar. Bu kimselerin cennete girmeden önce kevser havuzu başına geleceklerinden bahsedildiğine ve Resulullah’ın onlara olan iştiyakına bakılırsa, onlar Resulullah’tan sonraki tehlikeli dönemde gelmelerine rağmen, imanlarını muhafaza edecekler, imanla kabre girecekler, cennetlik olacaklardır. (3) Yani Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların imanla kabre gireceklerini haber vermektedir.
Kaynaklar:
1. Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460 hadis (Ebu Nuaym, İbn-i Ömer´den) Ayrıca bk. Hak Dini IV, 2731 (Yuns suresi 62. ayeti ile ilgili olarak Evliyaullah´a havf, hüzün olmayacağı açıklanırken benzer bir hadis-i şerifin mealinden söz edilir): Hayatu´s-Sahabe. II, 567-568 (iki uzun hadisle buradaki hakikata temas ediliyor.
2. Age. s. 461. 5719 hadis. (İbn-i Asakir Bera b. Azib´den).
3. Benzer hadisler için bk. el-Metalibu’l-Aliye, 4241, 8424, Müslim, Taharet, 395 Kenu´l-Ummal, 345, 84.
Peygamber ve Şehitlerin gıbta edeceği kimseler ...
Hazreti Ömer’in rivayetine göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Mutlaka Allah’ın kullarından bazı insanlar vardır ki, onlar ne Peygamber, ne de şehitlerdir. Fakat kıyamet gününde, Allah katındaki makamlarından dolayı nebiler ve şehitler onlara gıpta edecekler."
Sahabeler dediler:
"Ey Allah’ın Resulü bize haber ver, onlar kimlerdir?"
Resulullah:
"Onlar öyle bir topluluk ki, aralarında bir akrabalık, alıp verecekleri mal-mülk olmaksızın Allah için birbirlerini severler. Hem, vallahi şüphesiz onların yüzleri pırıl pırıl nurdur. Şüphesiz onlar nur üzerindedirler. (İşleri nurdur) insanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, halk mahzun olduğu zaman onlar mahzun olmazlar" (1) buyurdu ve şu ayeti okudu: "iyi bil ki, Allah’ın velilerine, sevdiklerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."
Bir başka rivayet de şöyledir:
"Mutlaka Allah’ın kullarından, nebilerin ve şehitlerin kendilerine gıpta edecekleri kullar vardır. Sahabeler tarafından denildi ki: Onlar kimlerdir ey Allah’ın Resulü, bize haber ver ki onları sevelim. Resulullah onların bu isteği üzerine, şöyle buyurdu: Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında mal (ticari ilişki) ve akrabalık olmaksızın birbirlerini severler. Onların yüzleri nurdur. Nurdan minberler üzerindedirler. Halk korktuğu zaman korkmamayı sürdürürler. İnsanlar mahzun oldukları zaman onlar üzülmezler" dedi ve sonra "Dikkat edin! Mutlaka Allah’ın evliyası için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar." ayetini okudu. (2)
Kaynaklar:
1. Mecma'ût-Tefasir (Lubabu´t-Te´vil) III, 267; Hak Dini IV, 2731; Tefsiru´l-Kurani´l-Azim, II, 422-423; III, 291
(Nur Sûresi 35. ayeti tefsir edilirken, Nur üzerinde olan kimse hakkında: "kelamı nurdur, ameli nurdur, medhali nurdur, mahrecleri nurdur, kıyamet gününde dönüşü nura cennetedir" açıklaması yapılır. Ayrca bk. Hak Dini IV, 2730; Yunus, 64. ayeti ile ilgili olarak yüzleri nur, nurdan mimberler üzerinde olan müminlerden, Allah’ın evliyasından bahsedilmektedir. Ayrıca bk. Tefsiru’l-Kurani’l-Azim II, 423. Her muttaki Allah’ın evliyasıdır. Yine yüzleri nur olan kimselerin, onlar olduğu belirtilir. Ayrıca, III, 291: O Allah velilerinin, kelamları nur amelleri nur, medhalleri nur, mahrecleri nur, varacakları yer cennet de nurdur.
2. Tefsiru’l Kurani’l-Azim II, 422; Hak Dini IV, 2731; Riyazu’s-Salihin s. 874.
Müslüman görüntüsüne dikkat etmelidir
"Ashabım! Sizler mü'min kardeşlerinizin yanına varacaksınız. Binaenaleyh binek hayvanlarınıza dikkat ediniz. Kıyafet ve elbiselerinizi düzeltiniz ki; insanlar arasında parmakla gösterilecek gibi olasınız. Çünkü Allah-u Teâlâ, çirkinliği, çirkin söz söylemeye özenen kimseleri sevmez."
(Ebu Davud)
Demek ki herhangi bir ziyarete giderken gerek binilen vasıtaya ve gerekse giyinilen elbiseye iyi dikkat etmek gerekir. Zaten Hazret-i Peygamber de ziyaretçilerin karşısına çıkmadan önce saçlarını iyice tarar ve en iyi elbisesini giyerdi.
Haya (utanmak) imandandır ...
Abdullah İbn-i Ömer anlatıyor:
"Peygamberimiz utangaçlığından dolayı (yakınlarından) birisini azarlayan bir adama rastladı.
Adam, şöyle diyordu:
- Sen (ne kadar çok) utanıyorsun.
Sanki "bu utangaçlık sana çok zarar verir" der gibi konuşuyordu.
Resûlullah, o adama dedi ki:
- Onu bırak. Zira haya (utanmak) imandandır."
(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Utanma duygusu, insanı pek çok kötülüklerden ve günahlardan frenliyen, Allah’ın hoşlandığı bir haslettir. Bu haslete sahip olmak, kişi için bir noksanlık değil, aslında kötülüklerden bir savunma ve korunma mekanizmasıdır.
Ancak utanma duygusu ile içine kapanıklılığı ve çekingen mizaçlılığı birbirine karıştırmamalıdır. İnsanı toplumda aciz ve beceriksiz duruma düşüren hal, utanma duygusu değil, içine kapanık olma psikolojisidir.
www.resulullah.org
"Altına, gümüşe (paraya), kadifeye ve yünlü kumaşa kul (köle) olan perişan olsun.
Böyle kimselere (bir nimet) verilirse sevinir. Verilmezse üzülür, mutsuz ve şikayetçi olur."
(Buhari - 2886)
Hadiste, müslümanın kendini dünya lezzetlerine bağımlı hale getirmesinin ve lüks yaşamın kölesi kılmasının doğru olmadığına işaret edilmektedir.
Ve Efendimiz bu anlayıştaki insanlardan hoşlanmadığını açıkça belirtmektedir.
Lükse alışan insan, devamlı isteyen, doymak bilmeyen insandır. İstekleri yerine gelince sevinir, şımarır; isteklerini elde edememe durumunda da büyük bir bunalıma düşer. Hayatından şikayete başlar.
Kuran’ın fazileti ...
Ebu Umame’den:
"Kur´an´ı okuyun. Çünkü o, kıyamet günü, okuyanlarına şefaatçı olarak gelir."
(Müslim/Müsafirîn, 252)
"En hayırlınız, Kur´an´ı öğrenen ve başkalarına da öğretendir."
(Buhari)
Hadiste ifade edildiği gibi, en hayırlı mü´min, Kur´an´ı öğrenmek ve başkalarına da öğretmekle meşgul olan insandır.
Kur´an kıyamet gününde okuyucularına şefaatçılık yapacağı da ifade edilmiştir.
Kur´an öğrenmek, Allah´a kulluk görevimizi yapabilmek ve namazda okuyabilmek için de bir vecibedir.
O aksırınca Allah’a hamdetti ...
Hazreti Enes’den:
"İki kişi Peygamberimizin yanında aksırdı.
Allah Resûlü, bunlardan birine ‘Yerhamukellah: Allah sana rahmet etsin.’ dedi; diğerine ise demedi.
Efendimiz’in kendisine rahmet dilemediği adam:
- Filanca aksırdı ona yerhamukellah dedin. Ben aksırdım, bana ise (niye) demedin? diye sordu.
Allah Resûlü ona şöyle buyurdu:
- O aksırınca Allah’a hamdetti, sen ise hamd etmedin."
(Buhari/Edeb 127; Müslim/Zühd 53; Ebu Davud/Edeb 102; Tirmizi/Edeb 4)
Aksıran, ancak Allah´a (celle celaluhu) hamdederse, rahmet duasına hak kazanır.
Salât ve selamın önemi ...
"Bana bir kere salât ve selam getirene Allah 10 kere rahmet eder."
(Müslim)
"Kıyamet günü insanların bana en yakını, içinizde üzerime salât ve selamı en çok olanınızdır."
(Tirmizi)
Allah Resûlü, bir çeşit rahmet duası olan salavat getirilmesini çok sevaplı bir amel olarak teşvik etmektedir.
Allah Resûlü’ne, çok salavat getirenler, yarın ahirette, onun şefaatine nail olarak en büyük mükafatı alacaklardır.
Her durumda Allah’ı anardı ...
"Resûlullah her hal ve durumda Allah’ı anardı."
(Müslim)
Mü’min, hayatın her anında, yaptığı hareket ve davranışların tüm safhalarında Allah’ı anmalı, onun emir ve yasaklarını hiç unutmamalıdır.
Allah´ı unutmak, insanı gaflete atar. Yaptığı hareketlerin Allah’ın rızasına uygun olup olmadığını kontrolden geçiremez. Gaflet içindeyken de, hatalara, günahlara düşmekten kendini frenleyemez.
Bu gafletten kurtulmanın, hayatını istikametli bir şekilde tanzim etmenin yolu, içinde bulunduğu her hal ve her durumda Rabbini unutmamaktır.
Onun huzurunda ve murakabesi altında olduğunun bilinci içinde hayatını geçirmektir.
Selam berekettir ...
Hazreti Enes’den:
"Ey oğulcağızım!
Ailenin yanına girdiğin zaman selam ver ki, senin üzerine ve aile bireylerine (bu selam) bir bereket olsun."
(Tirmizi)
Selamlaşma, sadece sokakta birbirleriyle karşılaşan tanıdık-tanımadık kişiler arasında cereyan eden bir görgü ve nezaket kuralından ibaret değildir.
Selamlaşma, aynı zamanda bir rahmet duası, muhatabına güvence sözü, hatta toplumda bir bereket vesilesidir.
Kişi kendi evine girdiğinde, hanımına, çocuklarına, bitişikteki konu komşuya da selam verilmelidir.
Bu anlamda aile içinde, çok yakın çevrede yapılan selamlaşmanın, berekete sebep olacağı hadiste ifade olunmaktadır.
Yüz şehidin sevabını kazanmak isteyenlere
"Ümmetimin fesâda düştüğü zamanda, kim benim sünnetime uysa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."
İbni Adiy, el-Kâmil fi´d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve´t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu´l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi´l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu´z-Zevâid, 7:282.
Müslümanların kafalarının karıştırılmaya çalışıldığı, bid'aların istila ettiği bir dönemde, kim Allah Resulünün sünnetine yapışırsa yüz şehidin sevabını kazanabilir. Burada önemli olan şartların zorluğuna rağmen sünnete yapışmak, bu konuda azim göstermek, gayret etmek ve niyeti muhafaza etmektir.
Sevinç Meleği ...
Cafer bin Muhammed, dedesinden rivayet ediyor:
"Bir kimse, bir mü’mini sevindirince, Allah verdiği bu sevinç sebebiyle, onun için bir melek yaratır.
Kul, kabrine vardığında, o Sevinç Meleği gelir ve ölen kişiye:
- Beni tanıyor musun? der.
Ölen kişi:
- Sen kimsin? diye sorar.
Sevinç Meleği:
- Ben filancaya verdiğin sevinç(ten yaratılan melek)im. Bugün senin yalnızlığında sana dost olacağım ve sorgu meleklerine vereceğin cevapta sana telkinde bulunacağım. Kıyamet günü göreceğin dereceleri sana seyrettireceğim. Senin için Rabbinin yanında şefaatçilik yapacağım. Sana cennetteki yerini göstereceğim." der.
(İbn-i Ebid-dünya/sevap)
Kardeşlerimi bir görsem ...
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün sahabelerine:
"Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennet´e girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem."
Bu sözleri üzerine ona denildi ki:
"Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?"
O şöyle cevap verdi:
"Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri halde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim" (1).
Bir başka benzer hadis-i şerifte de şöyle buyurur:
"Mutlaka kardeşlerime kavuşmamı arzuladım." (Bunun üzerine kendisini dinleyenler) şöyle dediler:
"Biz senin kardeşlerin değil miyiz?"
O şöyle cevap verdi:
"Sizler benim ashabım ve kardeşlerimsiniz. Benden sonra da beni görmedikleri halde bana inanan bir topluluk gelecektir."
Bir zaman geçtikten sonra da şöyle buyurdu:
"Ey Ebû Bekir, senin beni sevdiğini duyduklarından dolayı seni seven bir kavmi sevmek istemez misin? Sen de Allah’ın kendilerini sevdiği kimseleri sev." buyurdu. (2)
---
Bu hadis-i şeriflerde de, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ahir zamanda, ümmetin fesadı zamanında, ihvanlarının (kardeşlerinin) bulunacağından söz ediyor. "Kardeşlerim" dediği kimselere iştiyak duyuyor. Ahirette kevser havuzu başında iken havuza doğru gelecek sağlam imanlı kardeşlerini görmeyi çok istiyor, onlara kevser havuzundan su dağıtmayı arzuluyor.
Şu halde Peygamber´in (aleyhissalâtu vesselâm) iştiyakına, hasretine sebep olan o kimselerin herhalde, fedakar, sadık, metin, İslam için kendini ortaya koyabilen, bütün itilme-kakılma, horlanma, kınanmalara karşı yılmadan, aldırmadan Resulullah´ın (aleyhissalâtu vesselâm)ve ashabının yolunda olabilen kimseler olması gerekir. Bunlar Resulullah´ın kardeşleridir. O (aleyhissalâtu vesselâm), bunlara "kardeşlerim", ashabına "arkadaşlarım" ünvanını veriyor.
Hazreti Peygamberin kardeşlerim dediği bu bahtiyarların, O´nu görmeden kuvvetli bir imanla O´na ve getirdiklerine inanmaları son derece önemlidir.
Ayrıca bu kimselerin önemli bir özelliği, Hazreti Ebû Bekiri Resulullah’ı sevdiğinden dolayı sevmek veya, Ebu Bekir (radıyallahu anh) gibi, Resulullah’ı seven sahabeleri sevmektir.
Sahabelerin haline bakılırsa, onlar da ilerde gelecek bu iman erlerine, hidayet nurunun aydınlığından sapmayanlara karşı büyük bir ilgi duyuyorlar. Bu kimselerin cennete girmeden önce kevser havuzu başına geleceklerinden bahsedildiğine ve Resulullah’ın onlara olan iştiyakına bakılırsa, onlar Resulullah’tan sonraki tehlikeli dönemde gelmelerine rağmen, imanlarını muhafaza edecekler, imanla kabre girecekler, cennetlik olacaklardır. (3) Yani Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların imanla kabre gireceklerini haber vermektedir.
Kaynaklar:
1. Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460 hadis (Ebu Nuaym, İbn-i Ömer´den) Ayrıca bk. Hak Dini IV, 2731 (Yuns suresi 62. ayeti ile ilgili olarak Evliyaullah´a havf, hüzün olmayacağı açıklanırken benzer bir hadis-i şerifin mealinden söz edilir): Hayatu´s-Sahabe. II, 567-568 (iki uzun hadisle buradaki hakikata temas ediliyor.
2. Age. s. 461. 5719 hadis. (İbn-i Asakir Bera b. Azib´den).
3. Benzer hadisler için bk. el-Metalibu’l-Aliye, 4241, 8424, Müslim, Taharet, 395 Kenu´l-Ummal, 345, 84.
Peygamber ve Şehitlerin gıbta edeceği kimseler ...
Hazreti Ömer’in rivayetine göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Mutlaka Allah’ın kullarından bazı insanlar vardır ki, onlar ne Peygamber, ne de şehitlerdir. Fakat kıyamet gününde, Allah katındaki makamlarından dolayı nebiler ve şehitler onlara gıpta edecekler."
Sahabeler dediler:
"Ey Allah’ın Resulü bize haber ver, onlar kimlerdir?"
Resulullah:
"Onlar öyle bir topluluk ki, aralarında bir akrabalık, alıp verecekleri mal-mülk olmaksızın Allah için birbirlerini severler. Hem, vallahi şüphesiz onların yüzleri pırıl pırıl nurdur. Şüphesiz onlar nur üzerindedirler. (İşleri nurdur) insanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar, halk mahzun olduğu zaman onlar mahzun olmazlar" (1) buyurdu ve şu ayeti okudu: "iyi bil ki, Allah’ın velilerine, sevdiklerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir."
Bir başka rivayet de şöyledir:
"Mutlaka Allah’ın kullarından, nebilerin ve şehitlerin kendilerine gıpta edecekleri kullar vardır. Sahabeler tarafından denildi ki: Onlar kimlerdir ey Allah’ın Resulü, bize haber ver ki onları sevelim. Resulullah onların bu isteği üzerine, şöyle buyurdu: Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında mal (ticari ilişki) ve akrabalık olmaksızın birbirlerini severler. Onların yüzleri nurdur. Nurdan minberler üzerindedirler. Halk korktuğu zaman korkmamayı sürdürürler. İnsanlar mahzun oldukları zaman onlar üzülmezler" dedi ve sonra "Dikkat edin! Mutlaka Allah’ın evliyası için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar." ayetini okudu. (2)
Kaynaklar:
1. Mecma'ût-Tefasir (Lubabu´t-Te´vil) III, 267; Hak Dini IV, 2731; Tefsiru´l-Kurani´l-Azim, II, 422-423; III, 291
(Nur Sûresi 35. ayeti tefsir edilirken, Nur üzerinde olan kimse hakkında: "kelamı nurdur, ameli nurdur, medhali nurdur, mahrecleri nurdur, kıyamet gününde dönüşü nura cennetedir" açıklaması yapılır. Ayrca bk. Hak Dini IV, 2730; Yunus, 64. ayeti ile ilgili olarak yüzleri nur, nurdan mimberler üzerinde olan müminlerden, Allah’ın evliyasından bahsedilmektedir. Ayrıca bk. Tefsiru’l-Kurani’l-Azim II, 423. Her muttaki Allah’ın evliyasıdır. Yine yüzleri nur olan kimselerin, onlar olduğu belirtilir. Ayrıca, III, 291: O Allah velilerinin, kelamları nur amelleri nur, medhalleri nur, mahrecleri nur, varacakları yer cennet de nurdur.
2. Tefsiru’l Kurani’l-Azim II, 422; Hak Dini IV, 2731; Riyazu’s-Salihin s. 874.
Müslüman görüntüsüne dikkat etmelidir
"Ashabım! Sizler mü'min kardeşlerinizin yanına varacaksınız. Binaenaleyh binek hayvanlarınıza dikkat ediniz. Kıyafet ve elbiselerinizi düzeltiniz ki; insanlar arasında parmakla gösterilecek gibi olasınız. Çünkü Allah-u Teâlâ, çirkinliği, çirkin söz söylemeye özenen kimseleri sevmez."
(Ebu Davud)
Demek ki herhangi bir ziyarete giderken gerek binilen vasıtaya ve gerekse giyinilen elbiseye iyi dikkat etmek gerekir. Zaten Hazret-i Peygamber de ziyaretçilerin karşısına çıkmadan önce saçlarını iyice tarar ve en iyi elbisesini giyerdi.
Haya (utanmak) imandandır ...
Abdullah İbn-i Ömer anlatıyor:
"Peygamberimiz utangaçlığından dolayı (yakınlarından) birisini azarlayan bir adama rastladı.
Adam, şöyle diyordu:
- Sen (ne kadar çok) utanıyorsun.
Sanki "bu utangaçlık sana çok zarar verir" der gibi konuşuyordu.
Resûlullah, o adama dedi ki:
- Onu bırak. Zira haya (utanmak) imandandır."
(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Utanma duygusu, insanı pek çok kötülüklerden ve günahlardan frenliyen, Allah’ın hoşlandığı bir haslettir. Bu haslete sahip olmak, kişi için bir noksanlık değil, aslında kötülüklerden bir savunma ve korunma mekanizmasıdır.
Ancak utanma duygusu ile içine kapanıklılığı ve çekingen mizaçlılığı birbirine karıştırmamalıdır. İnsanı toplumda aciz ve beceriksiz duruma düşüren hal, utanma duygusu değil, içine kapanık olma psikolojisidir.
www.resulullah.org
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)